ADANA BİR DESTANDIR...
Manşet Haber 11.12.2018 12:50:27 0

ADANA BİR DESTANDIR...

ADANA BİR DESTANDIR...


Milliyet Gazetesi'nden Abbas Güçlü bugünkü köşesinde Adana'yı yukarıdaki başlıkla okuyucularına duyurdu. Gazeteci-Televizyoncu Abbas Güçlü'nün kaleminden bir Adana yazısı...





Gidenler, görenler, yaşayan- lar bilir.





Adana, farklı hem de çok farklı diyardır.





Her karesinde sizi şaşırtır, içine çeker.





Karadeniz’in kabına sığmazlığı, Ege’nin zarafeti, Doğu ve Güneydoğu’nun sıcaklığı, Akdeniz’in kıvraklığı, İç Anadolu’nun misafirperverliği, Trakya’nın hoşgörüsü. Kısacası bizi, biz yapan ne varsa onlarda da fazlasıyla var.





Turgut Özal Bulvarı’nda tur atmadan, Şinasi’de bir akşam geçirmeden, Kordon’da bisiklete, Seyhan Barajı’nda gondola binmeden, sokakta ciğer, bumbar yemeden, caddelerinin isimlerini bir bir incelemeden, eski, yeni, en yeni Adana’yı sokak sokak gezmeden, kentin dört bir yanına dağılmış heykellerini görmeden, binlerce yıllık tarihinden kalan izleri ziyaret etmeden, Ziya Paşa’yı, Şakir Paşa’yı tanımadan, Yaşar Kemal’i, Orhan Kemal’i okumadan, Yılmaz Güney’i izlemeden, üniversitelerini gezmeden, ilçelerini dolaşmadan, narenciye bahçelerini görmeden, hamamlarında yıkanmadan, onlarla oturup uzun uzun sohbet etmeden, Ramazan’ını, bayramlarını, festivallerini yaşanmadan, 10 Kasım törenlerini izlemeden, Adana’yı tanıyamazsınız...





Adana bereketin ve hoşgörünün vatanıdır.





Attığınız her tohumun karşılığını bol bol alır, ne ekerseniz onu biçersiniz.





Aç ve açıkta kalan yoktur.





Ekmeğini taştan çıkartır, zengin zenginliğiyle, fakir fakirliğiyle barışıktır, mutludur.





Kıskanç olanı görmezsiniz.





Yaratıcıdır. 





En iyisini yapsa da, en lezzetlisini bulsa da, arayışını asla sonlandırmaz.





Asla pes etmez.





Siz, siz olun sakın ola bir Adanalıya, ben buyum, ben şuyum, ben şuralıyım, ben buralıyım diye hava atmayın. 





En sessiz olanı bile bir anda aslan kesilir!





Dokunmayan bin yıl yaşar, dokunan bin pişman olur.





Yediğinizle, gezdiğinizle, gördüğünüzle mutlu olur, tasanızı paylaşır, sevincinizin daim olması için dua eder.





Yasaklar onları uslandırmaz, tam aksine, çıldırtır...





Taş Köprü’den geçmeden, Büyük Saat’in altında randevu vermeden, tren garından yolculuk etmeden, pavyonlarını dinlemeden, meyhanelerini görmeden, hemen her sokakta alev alev göğü ısıtan ateşlerin başında dünyayı kurtarmadan, kebabın, bumbarın, şirdenin, ciğerin bin çeşidini tatmadan Adana’yı gördüm, yaşadım, bir daha geleceğim diyemezsiniz.





Camilerindeki mimarinin en güzel örneklerini, müzelerindeki binlerce yılın izlerini, Kazancılar Çarşısı’ndaki yaşanmışlığı, şarkı ve romanlarındaki aşkı, yoksulluğu, isyanı görmeden, dinlemeden, okumadan Adana’yı tanıyamaz, Adanalıyı anlayamazsınız.





Adanalı mıyım?





Hayır.





Çoğu kez iş için defalarca gittim ve hep keyifli ayrıldım, o kadar.





Yeni yıl için gidecek adres arayanlara, gidin hele bir görün, yaşayın, dönüşte, tekrar görüşelim, konuşalım derim. 





Eminim ki fazlasını anlatacak, “Niye gittim ki, orada ne işim vardı ki?” diyeniniz olmayacaktır...





Ha bu arada, sokaktaki herkes, size yardımcı olmak için seferber olsa da keyifli bir Adanalı mihmandar bulmayı asla ihmal etmeyin! 





‘Adanalıyık, Allah’ın adamıyık, bici yer, şalgam içerik, soruldu mu doğrusunu söylerik’ diyerek zamanı hızlandırır ve gönlünüzde taht kurarlar.





Özetin özeti: Ülkemizin her yöresi, her kenti öylesine güzel ki gidip oraları görmek, yaşamak için daha ne bekliyorsunuz!..





(http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/abbas-guclu/adana-bir-destandir--2792947/)



YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°