BAŞKAN KARALAR'I ANLAMAYA ÇALIŞIYORUM...

BAŞKAN KARALAR'I ANLAMAYA ÇALIŞIYORUM...

Tozpembe umutlar dağıtarak, kapkaranlık yollara gidişi gizlemeye çalışanlara, ya da bilerek çıkmazlara sürüklemeyi erek edinenlere denecek çok söz olmalı…

Olmadı mı?

Fettullah’ın tüm ayak oyunlarını özgürce sergileme gücü bulduğu süreci, tüm kamu olanaklarının ayaklarına serildiği günleri, ‘birlikte yürüdük biz bu yollarda’ şarkısının güzelim anlamının bile kirletildiği yaşam kesitini diyorum…

Öyle “güzel günler görecekti” ki insanımız…

Öyle “sevilesi yüzlere” tanık olacaktı ki…

Öyle “inanılası sözler” duyacaktı ki…

En küçük eleştirenlerin üzerine yürüyen ‘aldatılmış’ kalabalığı da unutmadınız kanımca.

Bence de unutmayın; bu ülkenin yurttaşlarının yüzünü bu denli asanları elbette ki unutulmamalı!

***

Bizi “güzel günler” mi bekliyor?

İnsan aşkına çevrenize bakın, sokağa bakın, sinema salonuna bakın, cami avlusuna bakın…

Ne görüyorsunuz?

Nazım’ın sözünü ettiği “mutluluğun resmini” göreceğiniz yeri bulabilirseniz aşk olsun!

Tevilerin haber saatlerinde, siyasetçilerin ya da ‘kanaat önderleri’ denilen tartışmacıları dinleyip de gerilmeyen, başını eğmeyen, içi daralmayan kaç kişi kaldı toplumda?

Bugüne değin tartışılan hiçbir konuda, hiçbir izlencenin, hiçbir konuşmacılarının birbirine ‘sizin dedikleriniz doğru’ denildiğini duyup, ‘bu konuda doğruyu bende öğrendim’ dediğiniz oldu mu gelecek aşkına…

Birini söyleyin bana…

Ortada yüksek bir koltuk, sağında-solunda konuklar için üçer koltuk; sağdaki bir şey söylese soldaki, soldaki konuşsa sağdaki, hiç biri olmasa da oturumu yöneten izleyicilerin zamanını çalmaktan başka ne yapıyorlar anlayamıyorum…

Tevi karşısında benzer oturumlar yerine dizileri karıştırıyorsunuz…

Bir yerde silahlar çekiliyor, kurşunlar dökülüyor, insanlar öldürülüyor, tuzaklar kuruluyor…

Bir yerde ilişkilerin bitmişliği, kangren olmuş bir kuşak, hangi ekonomik kanaldan beslendiği belirsiz karmaşıklıklar…

Bir yerde kadın denilmeden, çocuk denilmeden, yaşlı denilmeden, her şeyden çok da insan denilmeden zaman çalan izlenceler…

Güzel şeyler mi bunlar?

***

Tozpembe umutlar yerine, ‘ne olduğumuz’ bilinmeli, konuşulmalı, tartışılmalı ki sonuca varılsın!

Başka bir yolu var mı bunun?

Siz istediğinizce ‘paramız var ki dışarıdan tarımsal ürün alıyoruz’ diyen Tarım Bakanının sözünü anlamayıp geçin! Hemen yanı başınızda kan ağlayan tarım üreticisinin sorunlarını yok etmeye, ya da çözmeye, daha da önemlisi dışa bağımlılığın artışının önüne geçmeye yetecek mi?

Hiçbir insan; toplum, piyasa, yaşam öngörüsü olmasa bile bu gidişin karabasanlara gidiş olduğunu bilir! Bu denli dışa bağımlılık sürerken, içeride üretimin tırpanlanmasının geleceği körelteceği düşünülebilir!

Bizde düşünülmemesinin, saklanmasının nedeni ab bir bilinebilse…

***

Yüzümüzü asmayan, gördüğümüzde ‘yaşamı’ anlamlandıran bir şeyler olmalı ama…

Birkaç gün önce Adana Anakent Belediyesi Meclis Toplantısı’ndaydım…

Güzel ‘şeyler’ duymalıydık!

Güzel ‘gelişmeler’ görmeliydik!

Hüseyin Sözlü döneminde de katılmıştım birkaç kez. O toplantılarda da ‘iktidar’ partisinin sözcüleri belediyeyi kıskaca almak için her tür sözü ‘düzeltme gereği’ duymadan söylediklerine tanık olmuştum! Bugün de aynı! Yine ‘iktidarın’ sözcüsü, bu kez Zeydan Karalar’ı meclisteki sayısal çoğunluktan dolayı köşeye sıkıştırmaya çalışırken sözü edilen konuları sanki ‘ilk’ gibi anlatması salonda bulunanlardan çoğunu düşündürdü kanımca…

Gündemin içerisinde bulunan sivrisinek, masraflar, bankamatik çalışanları, çıkarılacak işçiler, yeni görev değişiklikleri… Tüm bunların konuşulmasına-tartışılmasına elbette gerek duyulmalı ancak, sanki bu güne değin yeni göreve gelen belediyelerin tümünde benzer konular yokmuş gibi Başkan Karalar’ı sıkıştırma eylemi, buna karşın Karalar’ın konuyu yüzeysel bırakmayı yeğlemesi…

Başkan Karalar’ı anlamaya çalışıyorum…

Toplantıda yaşananlardan dolayı yorgundu! Daha doğrusu meclis üyelerinin Adana için bir şeyler yapmak yerine, Karalar’ı söylemleri üzerinden susturmayı denemeleri yaşanmamalıydı.

***

İçim daraldı. Adanalının güzelliğinden başka her şeye yer verildi de, bunca bungunğun arasında bu denli savurgan oluşun nedenleri askıda tutuldu!

Yüzümüzü asmasın, diyordum da; tevideki siyasetçilerden, tartışmacılardan ayrı durur yanı yoktu ki toplantının…

Yayla çardağının ana direklerinin sarsıldığını sandım…

Bir evimiz kaldı sevinebileceğimiz…

Bir eşimiz, çocuklarımız, dostlarımız…

Yalan mı?

Oktay EROL

19.06.2019 16:42:46

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.


VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI

GÜNÜ FOTOĞRAFI:

RESMİ AÇILIŞISI HİSARCIKLIOĞLU YAPTI

CHP’DEN 23 NİSAN KUTLAMASI