BU 'ÖZLEMİ' ADANA'YA YAŞATSANIZ...

BU 'ÖZLEMİ' ADANA'YA YAŞATSANIZ...


B





İnsanın, yaşamının her evresinde yer alır ‘özlem’…





Çocuk yaşlarda,





Gelişme çağımda,





Kanın dellendiği dönemde,





Okul sürecinde,





Olgunlukta, yaşlılıkta…





Onu gördüğümüzde, gözlerimizin irileşmesi, avuç içlerimizin istemsizce terlemesi, yanaklarımızın pembeleşmesi, titreyişlerimiz…





Tüm bunları yaşamakla birlikte, ‘yeniden’ yaşamak isteyişimiz…





Ne güzeldi öyle?





Zamanını ‘nasıl’ geçtiğini anlamadan, yaşamın zorluklarıyla didişmeye başlanılan, düşünülen, tartılan, sorulan, politika üretmeye başlanılan arenanın ortasında kendimizi bulduğumuz an…





Ne güzeldi öyle?





Toplum içerisinde bireylerin var olama uğraşını biçimlendiren ‘ideoloji’lerin, seçim öngünlerinde tevi ekranlarına konuk olmalarına tanık olmak, eksiklerini görmek, yaklaşımlarını tanımak, çözüm önerileri duymak, her ‘ideolojinin’ karşı ‘ideolojileri’ tanımasına yardımcı olmak, dedikoduya yer vermemek, yurttaşın önünde konuşabilmek…





Ne güzeldi öyle?





***





Milenyum kuşağının en büyük ‘şanssızlığı’, yüz yüze konuşmayı, tensel iletişimi özleyememesi!





Her şey sanal, her şey cam üzerinde…





Yan yana, dokunarak, gülüşleri ortaklaştırarak sürdürülmek istenen bir yaşam yok!





Teknolojinin, bu denli canlı yaşamını ‘sanallaştırması’ sürerken, sistemin içerisinde yer alan iktidarlar da, özellikle ‘dedi-koduyla’ beslemeye alıştığı toplumu kalıcılaştırmak için çaba harcıyor!





Dedi-koduyla ‘iktidar’ sürelerini uzatabiliyor,





Dedi-koduyla ‘iktidar’ yalanlarını gizleyebiliyor,





Dedi-koduyla ‘iktidar’ karşılaştırma yapılmasını engelleyebiliyor,





Dedi-koduyla ‘iktidar’ ayrıştırmayı sağlayabiliyor,





Dedi-koduyla ‘iktidar’ dediklerine inandırabiliyor…





***





Yarım yüzyılı geride bırakanların özlemi değil yalnızca bu…





Tüm uygar toplumlarda günümüzde yaşanmasına, büyük önem verilmesine karşın ülkemizde ‘bilenlerin’ özlediği bir olgu…





Bizler özledik!





En son ne zaman bu ülkenin yurttaşı yaşadı; unuttuk bile!





Bizim çocuk dönemlerimizin sonlarında, o dönemin ‘ünlü dizilerini’ geride bırakan izleyiciyi ekrana kilitleyen izlencelerin başında gelirdi siyasi partilerin genel başkanlarının ‘tartışmaları’





Bülent Ecevit ile Süleyman Demirel’in karşılıklı masalarda oturmasını, her gazeteden birinin soru sormak için beklediğini düşünün…





Kimi zaman bunların arasında Necmettin Erbakan’ı, Alparslan Türkeş’i de ekleyin…





Partililer, genel başkanlarının verdikleri yanıtlar üzerinde bir gün sonra yorumlar yapardı!





Kendi genel başkanını, veremediği yanıttan dolayı kınayan partililer olurdu.





Partisinin genel başkanını eleştiren, başka bir genel başkanını verdiği yanıtlardan dolayı övenler olurdu.





Milenyum gençliğinin bunları yaşamayışı ‘şanssızlık’, demem ondan!





Bizler yaşadık…





Bizler özledik…





***





Siyasetin tepesinde olanların ‘inatla’, birbirinden ‘ayrı’ yerlerde’, sokak kavgacılarının bile ağızlarına alırken ‘dikkat’ edecekleri sözlerken kaçınmamaları;





Toplumu en alt katmana dek geriyor,





Komşudan uzaklaştırıyor,





Acıyı üleşmekten kaçındırıyor!





Tüm bunlar olurken bile, bu ülkede var olan yasalar çerçevesinde kurulan partileri, o partiye oy verenleri, o partinin üst kadrolarında yer alanları ‘linç’ girişimi ‘anlaştırılmadan’ benimsetilmeye çalışılıyor!





Anlatanın ‘anlaştırmasından’ daha çok; taşıdığı güçle, elinin altındaki ‘iktidar’ olanakları söz konusu olunca…





Asıl kırılmalar orada başlıyor aslında.





Adana’da yerel seçim öncesinde ‘iktidarın’ adayı ile, ‘muhalefetin’ adayı da buna katıldı!





‘Kalıcı, var olmak, ölmezlik, sonu bulunmamak’ gibi karşılıkları olan ‘beka’ konusu, şimdi yerel siyasetçilerden Büyükşehir belediye başkan adayların da gündemine oturdu.





Hüseyin Sözlü ‘her şeye karşın, kazanmak için değil de, memleketin bekası için başaracağız’ derken, Zeydan Karalar da ‘bu ülkede beka sorunun çözenler, yüzyıl önce kuvayı milliyecilerdir, günümüzde beka sorunun çözmek isteyenler bunu ancak M. Kemal Atatürk’ün ayarlarına dönerek başarabilirler’ dedi. 





***





‘Özlem’ konusuna döneyim…





Bizler özledik de, milenyum gençliğinin ‘bakışına’ katkı vermek için birlikte ekrana çıkmasanız…





Adana’yı konuşsanız, bekayı konuşsanız, HDP’ye bir yandan saldırıp bir yandan da seçmeninden oy istemenizi konuşsanız, beş yıl önce dediklerinizi konuşsanız, yaptıklarınızı konuşsanız, projelerinizi konuşsanız…





Bu ‘özlemi’ Adana’ya yaşatsanız…



Oktay EROL

10.02.2019 00:21:05

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.


VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI

GÜNÜ FOTOĞRAFI:

RESMİ AÇILIŞISI HİSARCIKLIOĞLU YAPTI

CHP’DEN 23 NİSAN KUTLAMASI