CAN SIKICI!

CAN SIKICI!

Siyaset, özellikle de son günlerde ‘CHP’ yazmak can sıkıcı!


24 Haziran seçimlerinden bu yana parti içerisinde dönen dolaplar, dönen dolapların partilileri üzüntüye boğması, üzüntüye boğulmanın ‘bunca sorun’ arasında karmaşıklaşması…


Can sıkıcı!


Yalnız ‘bende’ mi diye düşündüğüm oluyor zaman zaman; tanıdıklarımın ‘tekmili’ birden, sözünü ederken bile budaklarını burkuyor!


Hiç ‘konuya’ girme, dercesine ellerini silkeliyor, başlarını sağa-sola savuruyor!


Halkın umudu, adaletin savunucu, diye yola çıkanların hep bir elden, bunları yaşatıyor olmasınca düşündürücü ne olabilir ki başka?


Ne olabilir?


***


24 Haziran seçimleri, diye anılan bir ‘seçim’ yaşadık!


Yaşanan ‘seçimin’ ardından, talana döndürülmüş doğa gibi yıkıntıların içerisinde bulduk, CHP’yi!


O yıkıntı içersisinde, yıllardır yıkıntıya neden olanlar ‘nedense’ olanları umursamaz ‘pişkinlikle’ sanki yaşananların, umutların bir bir önünü kesmelerin, seçmeni kara kara düşündürmenin ‘nedeni’ başka bir yerlerdeki başka birileriymiş gibi rahatlar!


Üstelik ‘rahatlıktan’ da öte, hiçbir şey olmamış, yine beklentilerin altında kalınmamış, yine partinin emekçileri yüz üstü bırakılmamış, yine yanıtlanması gereken onlarca sorunun üstü kapatılmak için ‘yol arkadaşları’ suçlanmamış gibi…


***


Bir seçim yaşanmadı mı?


Seçim öncesinde yaşanan, ‘ön seçimsiz’ aday belirleme eyleminden dolayı birçok seçmen küstürülmedi mi?


Kent örgütleri, varsa yerel yönetimler, bir de merkezden gelen belirleyiciler ile aralarında ‘aday isimlerini’ anlaşmadılar mı?


Hiç akla gelmeyecek, toplumla barışık olmayan isimlerin bile ‘listeye’ girmeleri için ali-cengiz oyunları yapılmadı mı?


Listelerin alt-üst olmuş, bir de ‘parti burada benden sorulur’ diyenlerin istekleri doğrultusunda oluşmasından dolayı ‘ilk başta’ seçmen küstürülmedi mi?


Koca kentlerin ‘farklı’ coğrafyası, ‘farklı’ geçimi, ‘farklı’ ekonomisi, ‘farklı’ gereksinmesi olduğu gerçeğini unutup, kent merkezlerine tıkıştırılmış listeler oluşturulmadı mı?


‘Bu isimleri belirledik, tıpış tıpış oyunuzu verin’ denilen adayların, halkın sorunlarından ırak, giyim-kuşamlarıyla bile yurttaşla uyumlu olmadıklarından; köylerde, kahvehanelerde, sokakta kimi zaman seçmenin ‘dik-tok’ sesleriyle karşılaşmadı mı, kimileri köylerden uzak bile tutulmadı mı?


Ne denli yerinde bir demokrasi, ne denli yerinde bir adaletli, ne denli yerinde bir ‘liyakatlı’ davranış böyle?


Gözlerimize kara sular yürüdü!


***


Şu biliniyor…


Eğer onyedi yıllık bir siyasi iktidar, tüm olumsuzluklara karşın her seçimde ‘başarı’ sağlıyorsa; bu iktidarın başarısından çok, muhalefetin başarısız, iğdiş, edilgen, tekci, çürük oluşundan dolayıdır!


Eline kağıt alıp ekran önüne geçen yetkililerin, ‘yetkilerini’ sağlama almak için yaptıkları konuşmaya bakmayın!


Başarısızlık öncelikle ‘nerede yanlış yapıyorum’ sorusunun yanıtında aranmalıdır!


Bu soruyu sormak ne ölümcül bir hastalık içindir, ne de birilerine yalakalık olsun diye yapılacak olan, olması gereken bir eylemdir…


İşte… Seçim sonrası istene buydu! ‘Yanlışımızı’ arayalım istemiydi!  Her seçimin ardından yüz üstü bırakılan seçmenin ‘acısının’ dinmesi için ‘yanlışın’ bulunması gerekiyordu!


Merkezden ‘konuşacak bir şey yok, partimiz kazançlı çıkmıştır’ oyalama yöntemli demeçler gelince, her şey bir yana bırakıldı!


Yapmayın, diyenler oldu; dinlemediler!


Oturup konuşalım, dediler; dinlemediler!


Özeleşiri yapılması zorunludur, dediler; dinlemediler!


İşin en ‘sulu’ yanı da, ‘dinlemedikleri’ gibi, aynı partinin içerisindeki muhalif arkadaşlarını ‘koltuk düşkünü’ olarak niteleyip suçladılar!


Bunlar hep yaşandı, yaşanırken de seçmenini kırdı, düktü, susturdu, parçaladı…


***


Bugün çevremizde ne görüyoruz?


Alt-üst olmuş ekonomi, alım gücü dibe vuran yurttaş, liselere yerleşememiş başarılı binlerce öğrenci, özel okulların kapısını çalması zorlanan binlerce veli, dibe vuran üretim, sağlıkta dönen bin-bir dolap…


Kendi içerisinde eşgüdümü yitiren bir muhalefet partisinin, bunları doğru algılayıp-yorumlaması olanaksız!


Algılayıp-yorumladığını söylese bile ‘kaç kişi’ denileni dinleyecek; kendi içerisindeki sorunlara çözüm üretmekten daha çok, korku-uyarı odaklı siyaset yapan bir siyasi duruşa kim uyacak?


Siyaset, özellikle de CHP konuşmak yurttaşa iyi gelmiyor, son günlerde onun için


Can sıkıyor!!


Oktay EROL

8.08.2018 20:22:45

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.


VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI

GÜNÜ FOTOĞRAFI:

RESMİ AÇILIŞISI HİSARCIKLIOĞLU YAPTI

CHP’DEN 23 NİSAN KUTLAMASI