Coğrafya Kadermiş

Coğrafya Kadermiş

Coğrafya, bir ülkenin ve halkın kaderidir. Ortadoğu’da bizim kaderimiz oldu.

Tarih Sümer’de başladı, sonra Babil, Asur, Mısır, Hititlerle bu topraklarda gelişti kök saldı. Önce şefler, katıksız tüketiciler, yani tanrılar ve onlara hizmet eden çalışmaya adanmış ikinci sınıf tanrılar vardı.

Bu ikinciler, çok çalıştıkları için el takımlarını yakarakgrev yaptılar. Bu, tanrılar için sefalet ve açlık demekti. Ve karar verdiler. Tanrılara hizmet için iyi çalışacak ama ölümlü olacak olan, işlerini tanrılar kadar mükemmel yapabilmesi için ikinci derece tanrının kanı ile karıştırılmış kilden insanı yarattılar.

İlk yedi çift hemen dünyaya getirildi. İşlerine neşe ve canlılıkla sarıldılar. O kadar hızla çoğaldılar ki, baş tanrı Enlil, onların gürültüsünden uyuyamaz oldu. Ve insanların köküne kibrit suyu dökmek için, yani onları yok etmek için bir tufan yarattı.

Ancak, insanlar olmadan yaşayamayacaklarını bilen diğer tanrılar, bilge kişi, Nuh aracılığıyla insan ırkının bir kısmının kurtulmasını sağladılar. Ve nüfus artışına karşı; kadınlarda kısırlık, çocuk ölümleri, yaşamı kısaltmak, vb. önlemler aldılar. Tufandan kurtulanlar yine hizmet etmeye devam ettiler tanrılara.

Zamanla tanrı sayısı teke düştü. Üç büyük din; Yahudilik, Hristiyanlık ve İslamiyet bu topraklarda ortaya çıktı. Ortadoğu’da kazılarda çıkarılan yarım milyon civarında kil tabletler gösterdi ki tek tanrılı dinlerin dayandığı kaynaklar Sümerler’e kadar uzanıyordu.

Sadece tanrılar değil, başka asalaklar da ortaya çıktı. Üretmeden yaşayabilmek, artı değerin üzerine konmak için kendilerini tanrıların yeryüzündeki temsilcisi olarak ilan eden kral, han, padişah, sultan, halife, papa, vb. makamlar türedi dünyada.

İlk hayvanlar ve bitkilerin evcilleştirilmesi bu topraklarda oldu. Arpadan üretilen bira “ulusal içki” olarak kalsa da 3000 li yıllarda şarap içiliyordu. Aşk ve sevda o zaman da vardı.

Ancak, bir türlü tarih sahnesine çıkamadı bu toprakların insanı.Bu topraklarda yönetenler için; insanın değeri yoktur.Bakın devletleri yönetenlere. Bakın her türlü örgüt yapılanmalarına. Bakın bölgede faaliyet gösteren terör örgütlerine.

Yazı bu topraklarda bulundu. Ama matbaa bu topraklara 200 yıl sonra geldi.

Avrupa’da satranç, bu coğrafyada tavla oynanır. Dolayısıyla her türlü olayın sorumlusu ya Allah’tır ya bir başkası ya da başkalarıdır. Başarısızlıklarda suç başkalarına yüklenir. Şans, kader, kısmet insan yaşamının odağında yer alır. Yönetenler de böyle olmasını ister.

Bu topraklarda “öğrenilmiş ya da öğretilmiş çaresizlik” vardır. Yılanın başını küçükten ezerler bu coğrafyada. Merak köreltilir, yok edilir. Soru sormak ayıplanır. Bir çocuğa neyi yapıp neyi yapmamasını büyükleri öğretir. Onların geçmiş deneyimleri çocuklarının ölüm fermanı olur.

İnsanın en büyük soyluluğu bilmektir, bilgidir. Herşeyi bilmek istemesi onun öz doğasında vardır. İnsanı büyük yapan; bilgileri öğrenip özümsemek ve bu bilgilere dayanarak eyleme geçmektir Bireydeki bilgi, ne denli üstün, geniş, doğru ve özgür hale gelirse, davranışları, yani eylemleri de aynı şekilde doğru ve kusursuz olacaktır.

Aristo’nun dediği gibi: İnsanlar doğaları gereği bilmek, tanımak isterler ve nesnelerle ilgili “Bu nedir? Nasıl yapılmıştır? Özünde ve ötesinde ne vardır?” vb. sorular sorarlar.Oysa bu coğrafyada doğayla, evrenle ilgili bütün soruların yanıtları hazırdır. İnsanın düşünmesine gerek yoktur.

Yine bu coğrafyada her grubun, her kesimin, her holdingin, hatta her terör örgütünün kendi fetvacısı vardır. Selefiler, islamdaki gelenek, yöntem, vb. yok sayarak kendi bildiklerini okuyorlar. Halbuki fetvalar dini anlamda verilir, kamu düzeniyle ilgili fetva verilmez.

Bu coğrafyada yalan, dolan, ikiyüzlülük, çifte standard, hülle, takiyye meşrudur. Son örnek;“Ankara katliamı, Ortadoğudakiterör örgütlerinin kollektif bir eylemidir.” diyen Cumhurbaşkanıdır.

Tüm dünyada olduğu gibi din, bu topraklarda yönetenleri meşrulaştırmak için kullanılmıştır.Abbasi klanı, savaşta Emevileri yenerek iktidara geldiklerinde 'devle' kavramını ortaya attılar.

Devle: İktidarı ele geçiren ve elinde tutmayı başaran bireyler veya hanedanlar; Tanrı’nın lütfuna erişmiş, dolayısıyla ahlaki olarak desteklenmeye layık kişilerdir. Tanrı’nın lütfuna erişmiş olanlar, zalimce davransa bile onların yönetimine yine de katlanılmalıdır.

İktidarda ne pahasına olursa olsun kalabilmek için bu ülkeye her şeyi reva gören AKP klanı da; Abbasilerin bu kavramına bel bağlıyor olmasın?

Bilgi bu topraklarda üretildi, antik Yunan’a yayıldı. Aristo, Eflatun, Öklit bu topraklardan beslendi. Bilgi bu coğrafyaya geri döndüğünde sekteye uğradı. Çünkü buralarda akıl değil, vahiy öne çıkmıştı.Akıl diyenler susmak zorunda kaldı veya susturuldu ya da öldürüldü.

Avrupa yararlandı eski Yunandan. Önce aydınlanma çağını yaşadı. Yüzyıllarca aklı, insanı öne çıkarabilmek için süren çalışmalar Rönesans (yeniden doğuş) dönemini yarattı. Akabinde sanayileşme dönemi yaşandı.

Geldik bugünlere. Avrupa bilgi çağını yaşarken Ortadoğu ulus devlet sürecini aşamadı. Hatta 600 lere geri gidiyoruz.Modern devlet, emek sermaye ekseninde örgütlenir. 1980 lerden sonra esen rüzgar, yani küreselleşme süreci ise din, mezhep, etnik temeli öne çıkardı.Ülkemizde AKP dinci,MHP Türkçü,HDP Kürtçü. CHP iseiki arada bir derede kalmış durumda.

Paradigmanız bilimsel akıl değil din, mezhep ve etnik temel olursa işin içinden çıkamazsınız.Örnek: İslamiyetin gelişim süreci ve bugünü. Sürekli görüş ayrılıkları ve sürekli parçalanmalar.

Emek-sermaye ekseninde politika üretmek ve yapmak varken, bizim paradigmalarımız, din, mezhep ve etnik temele dayandı. Bunun bedelini hep ödedik ve ödemeye devam ediyoruz.

Bu coğrafyada insanlar değil silahlar konuşur. Silahın olduğu yerde ise barış olmaz, sağduyu olmaz. Kan olur, kan davası olur.

Bu coğrafyada başkasına yaşam hakkı yoktur. Örnek mi istiyorsunuz? Çevrenizdeki devletlere, bize ve her türlü örgüte bakın, görürsünüz.

Batı için asıl sorun, petrol ve doğalgaz. Yani enerji güvenliği. Gerisi ayrıntı. Petrol 48 dolar, sorun yok.IŞİD petrolü kime satıyor?Kuzey Irak yönetimi, Irak’a rağmen petrol satıyor, yer altı kaynaklarını uluslar arası tekeller kapattı.

“Müslümanlar birbirleriyle savaştıkça ağıtlar Türkçe, Kürtçe ve Arapça, zafer çığlıkları İngilizce ve İbranice olacaktır.” (Yusuf İslam)

Çözüm: Cumhuriyeti kuranların politikası olmalıdır.Ortadoğuya bulaşmayacaksınız.

Medeniyetin doğduğu geliştiği ve kök saldığı bu topraklarda yaşayan bizler, bunları hak etmemiştik…

1 Kasımda bu sürece dur diyebilecek miyiz?

29 Ekim 2015

Mahmut TEBERİK

Mahmut TEBERİK

29.10.2015 15:37:01

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.


VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI

GÜNÜ FOTOĞRAFI:

RESMİ AÇILIŞISI HİSARCIKLIOĞLU YAPTI

CHP’DEN 23 NİSAN KUTLAMASI