EĞİTİMİMİZ KUŞATMA ALTINDA!
Manşet Haber 19.01.2018 11:13:10 0

EĞİTİMİMİZ KUŞATMA ALTINDA!

EĞİTİMİMİZ KUŞATMA ALTINDA!

Eğitim Sen Adana Şube Başkanı Seçil Sönmez, 2017-2018 Eğitim-Öğretim yılı
ı. yarıyıl değerlendirmesi, “Eğitim Sistemimiz MEB-Diyanet-Dini Vakıf ve Derneklerin Kuşatması Altında!” ifadeleriyle yaptı.
“Eğitimde Şiddetin Hedefi Olmak İstemiyoruz! Sözleşmeli Öğretmenlik OHAL ile Olağanlaştırılıyor. Açık öğretim lisesine kayıt yaptıran öğrenci sayısı 5,8 kat arttı! Sınav Sistemi Değişikliğinde Yüzde 10’luk Dilim ile Ne Amaçlanıyor?” başlıkları altında 1. Yarı yıl değerlendirmesini değerlendiren Eğitim Sen Adana Şube Başkanı Seçil Sönmez şöyle dedi:
“Türkiye’de eğitim sistemi uzun süredir ciddi anlamda alarm verirken, eğitimin temel sorunlarına yönelik çözümsüzlük politikaları 2017-2018 eğitim öğretim yılının ilk yarısında yapılan düzenlemeler ve fiili uygulamalarla sürdürülmüştür. Siyasi iktidarın eğitim alanında, büyük ölçüde kendi siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda yaptığı değişiklikler, başta öğrencilerimiz, öğretmenler, eğitim emekçileri ve veliler olmak üzere, toplumun geniş kesimlerini her zamankinden daha çok etkilemiştir.
Laik-bilimsel meydan okuyan yeni müfredat değişikliklerinin uygulanmaya başlanması ve yıllar içinde yapboz tahtasına çevrilerek sürekli değiştirilen sınav sistemleri nedeniyle öğrenci ve velilerin kafası hiç olmadığı kadar karıştırılmıştır. Geçtiğimiz 15 yıl içinde sınav sistemini altı kez değiştiren MEB, eğitimde somut ve çözüme dayalı politikalar geliştirmek yerine, eğitimde yaşanan kaosu derinleştirecek adımlar atmayı tercih etmiş ve aldığı her karar toplumun geniş kesimlerince tepkiyle karşılanmıştır.
Eğitimde yaşanan ve yapısal hale gelen sorunlar her ne kadar görmezden gelinmeye çalışılsa da, eğitim sorunu halkın en temel gündemini oluşturmayı sürdürmektedir. Çocuklar eğitim hakkından eşit koşullarda yararlanamamış, çocuk yaşta evlenmeyi özendiren düzenlemeler yapılmış, çocuk işçiler sorunu büyümüş, okullarda, yurtlarda, kurslarda çocuklara yönelik cinsel istismar ve şiddet vakaları artmıştır. Eğitimde ve toplumsal yaşamda yaşanan çocuk istismarının üzerini örtme çabalarına rağmen, geçtiğimiz dönemde cinsel istismar ve cinsel saldırıların artmasına yol açacak yasal düzenlemeler gündeme gelirken, kadına ve çocuğa yönelik çok sayıda taciz ve tecavüz olayı yaşanmıştır.
Yoksul, emekçi ailelerin çocukları başta olmak üzere, kız çocukları, kırsal kesimde yaşayan çocuklar; eğitim hakkından eşit koşullarda yararlanamamış, önemli bir bölümü dini vakıf ve derneklerin kucağına itilmiştir. Bölgesel, cinsel, sınıfsal vb. eşitsizlikler, anadilinde eğitim gibi en temel sorunlar iktidarın çözmek bir yana daha da derinleştirdiği temel sorunlar olarak eğitim sisteminin öncelikli gündem maddesi olmayı sürdürmüştür.
İkili öğretim, niteliksiz eğitim hizmeti, eğitimin özelleştirilmesi, kalabalık sınıflar, karma eğitim karşıtı uygulamalar, taşımalı eğitim, altyapısı bozuk okullar, okullarda öğretmenlere yönelik olarak yaşanan şiddetin artması, çocukların dini cemaat ve vakıfların kreşlerine ve yurtlarına yönlendirilmesi, Öğretmen Strateji Belgesi ile öğretmenlerin mesleki gelişimine yönelik piyasacı müdahaleler, çocukların örgün eğitim sistemi dışına itilmesi, çocukların barınmak zorunda bırakıldıkları yerlerde taciz ve istismara uğraması, mülakata dayalı sözleşmeli öğretmenlik, ataması yapılmayan öğretmenler vb gibi devasa sorunlar 2017-2018 eğitim öğretim yılının ilk yarısında öne çıkan başlıklar olmuştur.
Geçtiğimiz dönem, MEB’in eğitimde dinselleştirmeyi temel alan politikalarını yoğunlaştırması, Diyanet başta olmak üzere, dini vakıf ve derneklerle yapılan protokollerin sürmesi, özellikle okul öncesi eğitimde pedagojik olarak sakıncalı olmasına rağmen ‘dini eğitim’ uygulamalarının başlatılması ve özellikle kurum açma ve kapatma yönetmeliğinde yapılan değişikliklerle ‘bütün yolların imam hatiplere’ çıkmasını sağlayacak düzenlemeler yapılmıştır.
Açık öğretim lisesine kayıt yaptıran öğrenci sayısı 5,8 kat arttı!
Eğitim sisteminin temel sorunlarından birisi olan öğrencilerin çeşitli nedenlerle örgün eğitim dışına itilmesi uygulamaları artarak devam etmektedir. 2003-2004 eğitim öğretim yılında açık öğretim lisesi bünyesinde sadece 267 bin 235 öğrenci bulunuyorken, 2017-2018 eğitim öğretim yılı birinci yarıyılı 1 milyon 554 bin 938kişiye çıkmıştır. Son 15 yıl içinde açık öğretime kayıt yaptıranların sayısının 5,8 kat arttığı görülmektedir.
Taşımalı eğitimde rekor kırıldı!
Türkiye’de ilk kez 1989-1990 eğitim-öğretim yılında sadece 2 ilde 305 ilkokul öğrencisi ile başlayan taşımalı eğitim uygulaması, Türkiye’nin çağ atladığı, ekonomik olarak geliştiği iddialarına rağmen bütün illerde uygulanır hale gelmiştir. 2017-2018 eğitim öğretim yılı ilk yarısında 91 bin 262 özel eğitim öğrencisi, 757 bin 714 ilkokul ve ortaokul öğrencisi, 472 bin 262 ortaöğretim öğrencisi olmak üzere toplamda 1 milyon 321 bin 238 öğrenci taşımalı eğitim kapsamında taşınarak ‘taşımalı eğitim’de tüm zamanların rekoru kırılmıştır. Taşımalı eğitim ile yaklaşık 17 bin köy okulu kapatıldı.
Her ne kadar öğrencilerin yerleşim birimlerinden alınıp, diğer ilçelerdeki okullara kadar götürülmesi ve okulda yemek ve benzeri ihtiyaçlarının karşılanması cazip olarak görülen bir durum olsa da, genellikle uzun yollar kat eden öğrencilerin yorgun olması, yollarda trafik kazası riskinin bulunması ve taşınan merkezlerdeki sınıfların bu sistem ile daha da kalabalık hale gelmesi söz konusudur. Bu yönleriyle taşımalı eğitim sistemi yanlış bir tercihtir.
Sınav Sistemi Değişikliğinde Yüzde 10’luk Dilim ile Ne Amaçlanıyor?
Ortaöğretim kurumlarına geçiş sınavında yapılan değişiklikle %10’luk dilime giren öğrencilerin yerleştirileceği okullar içinde yer alan 217 proje okulunun 131’i imam hatip lisesi. 2017 ortaöğretim kurumları yönetmeliği ile Fen Liseleri, hazırlık sınıfı olan Anadolu Liseleri, Sosyal Bilimler Liseleri, Güzel Sanatlar Liselerine kontenjan sınırı getirildi. Basit bir matematiksel hesap ile öğrencilerin en az yarısı imam hatip liselerine zorunlu olarak gitmek zorunda kalacaklar.
Liselere yerleştirmede adrese dayalı yerleştirme yapılacak; Anadolu, meslek ve imam hatip olmak üzere üç okul türünü kapsayacak şekilde üç çember oluşturulacak. 5 okul tercih etme hakkı olan öğrenci, evine yakın liseye yerleşemezse, adresine ikinci derecede yakın olan liseleri, sonrasında üçüncü çemberde bulunan liseleri tercih edebilecek.
Çember sistemi ne kadar uygulanabilir? Üçüncü çemberin sonunda da okulların kontenjanı dolarsa, öğrencilerin imam hatiplere, meslek liselerine, özel liselere ya da açık öğretim lisesine yönelmesi kaçınılmaz.
AKP hükümeti döneminde altın çağını yaşayan dini cemaat ve vakıflar (TÜRGEV, ENSAR Vakfı, İHH, Hizmet Vakfı, Hayrat Vakfı, İlim Yayma Cemiyeti, Birlik Vakfı, Su Vakfı vb) başta değerli arazilerin bedelsiz tahsisi olmak üzere, kamusal kaynaklar siyasi iktidarın bekası adına, dini vakıf ve cemaatlere aktarılmaktadır. Bunun dışında, büyük kamu ihalelerini almak isteyen sermaye gruplarına özellikle hükümete yakın dernek ya da vakıflara yüklü miktarlarda bağış yapmalarının şart koşulduğu bilinmektedir.
Bizzat MEB tarafından yapılan yönetmelik değişiklikleri üzerinden adı geçen vakıflarla ortak protokoller imzalanmaktadır. Dini vakıfların devlet okullarında başta ‘değerler eğitimi’ olmak üzere, tamamına yakını dini içerikli çeşitli konularda ders ve seminer verebilmesi, kendi yayınlarını dağıtabilmesi ve öğrencileri kurumlarında stajyer olarak eğitebilmesinin yolu açılmıştır.Geçmişte yapılan yanlış adımlar sürdürülmekte, dini cemaatler eğitim sistemine entegre edilerek ‘paralel’ eğitim uygulamaları hayata geçirilmekte, cemaatlerin okullar, yurtlar, kreşler ve Kur’an Kursları açmaları teşvik edilmektedir.
Dini vakıf ve cemaatlere ait okullar, yıllar içinde hızla dinselleştirilmiş olan eğitim sistemi içinde ayrı bir dinsel eğitim sisteminin inşa edilmesini sağlamıştır. 15 Temmuz darbe girişiminden hiçbir ders çıkarmayan iktidar ve MEB, aynı yanlışı tekrarlamayı sürdürmekte, eğitim kurumları başta olmak üzere, toplumsal yaşamın bütün alanları Diyanet’in, dini vakıf ve derneklerin faaliyet alanı haline getirilmektedir.
Türkiye’de uzunca bir süredir yapıldığı gibi eğitim sisteminin dini kurallara göre düzenlenmesi, dini eğitimin yaygınlaşmasının kaçınılmaz sonucu okullarda öğrencilerin inanan ya da inanmayan, dindar ya da dinsiz, ibadet eden ya da ibadet etmeyen gibi kategorilere ayrılmasına ve yeni gerilim alanları yaratılmasına neden olmaktadır. Devletin, inanç alanına girerek, şu ya da bu biçimde elindeki olanakları kullanıp, devleti belli bir dinin ya da inancın, Türkiye’de olduğu gibi belli bir mezhebin savunucusu ve destekçisi durumuna getirmek yönündeki girişim ve uygulamalara karşı mücadelemiz kesintisi sürecektir. ertelenemez bir görev olarak önümüzde durmaktadır.
Eğitimde Şiddetin Hedefi Olmak İstemiyoruz!
Okullarda yaşanan çeteleşme ve eğitim kurumlarının benimsenen yanlış politikalar nedeniyle şiddet yuvası haline gelmesinin bedelini bugüne kadar kimi zaman öğrenciler, kimi zaman eğitim emekçileri hayatlarını kaybederek ödüyorlar. İzmir Ödemiş Kaymakçı Çok Programlı Anadolu Lisesi Müdürü Ayhan Kökmen, veli toplantısı öncesi iki öğrencisi tarafından silahla vurularak hayatını kaybetti…
Meslektaşımızın ölümüne neden olan, tüm eleştiri ve uyarılarımıza rağmen eğitimde yaşanan sorunlara ve şiddet olaylarına seyirci kalan, öğretmenlik mesleğini itibarsızlaştıran politikaları oldu…
Okullarımızın birer şiddet yuvası haline gelmesinde, öğretmenlik mesleğini rencide eden yaklaşım ve açıklamaların, her fırsatta şiddet ve nefret dilini kullanan siyasetçilerin ciddi bir katkısı ve sorumluluğu vardır.
Toplum olarak hayatımızın her aşamasında evde, sokakta, iş yerlerinde sık sık karşı karşıya kaldığımız şiddet olgusu, okullarımızı da çepeçevre kuşatmış, eğitim emekçilerini şiddetin hedefi haline getirerek, ölümle sonuçlanan ağır sonuçların ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) ‘okullarda zorbalık’ raporuna göre Türkiye’de 15 yaş düzeyindeki öğrencilerin yüzde 19’u ayda en az birkaç kez akranları tarafından fiziksel ya da sözel şiddete maruz kalıyor.
2016’da yayınlanan ‘Çocukların Gözünden Okulda Yaşam Araştırması’na göre özellikle akran zorbalığı oldukça yaygın. Bu kapsamda 25 ilden 4, 5 ve 7’nci sınıf düzeyinde yaklaşık 2 bin öğrenci ile görüşüldü. Dezavantajlı durumdaki çocukların, öğretmenlerin ya da çalışanların kötü davranışlarına daha yüksek oranda maruz kalıyor. Çocukların yüzde 15’i okulda kendilerine kötü davranan öğretmen ya da çalışan olduğunu belirtiyor. Yüzde 58 ise böyle bir durum olmadığını dile getiriyor. Çocukların yüzde 73’ü, okulda ilişkisinin iyi olduğu öğretmenler olduğunu söylüyor. Ancak bu oran 7’nci sınıflarda yüzde 67’ye kadar geriliyor.Öğretmenlerin yüzde 67.4’ü sözlü, yüzde 19.6’sı fiziksel, 12.9’u psikolojik ve 0.1’i de cinsel şiddete maruz kaldı.Öğretmenlerin yüzde 87.'si şiddete maruz kaldığı halde şikâyetçi olmadı.
ALO 147, ÖĞRETMEN İHBAR HATTI haline geldi. Öğretmenler kimin şikâyet ettiğini bilmiyor, hiçbir delil, tutanak vb. süreç yok. Öğretmenler suç ispat edilmeden, kim tarafından şikâyet edildiğini bilmeden suçsuzluğunu ispat etmeye çalışıyorlar.
‘Öğretmen Strateji Belgesi’ İş Güvencemize Yönelik Açık bir Tehdittir!
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), öğretmen yetiştirme sistemi ve öğretmen istihdamını esnek ve güvencesiz bir içerikte yeniden yapılandırmak için “Öğretmen Strateji Belgesi” hazırladı ve yayınladı.
2018 yılı sonuna kadar tüm öğretmenler için performans denetiminin getirilmesi, öğretmenlerin her dört yılda bir sınava tabi tutulması, sürgün anlamına gelecek yeni bir rotasyon uygulamasının getirilmesi ve öğretmenlik mesleğinin yeniden kariyer basamakları adı altında hiyerarşik bir yapıya büründürülmesi hedefleniyor.
15 Temmuz sonrasında yapılan 38 bin öğretmen atamasının tamamı mülakata dayalı sözleşmeli öğretmenlik şeklinde gerçekleşti. Bugüne kadar sözleşmeli olarak atanan ve göreve başlayan 540 öğretmenin sözleşmesi ‘güvenlik soruşturması’ gerekçe gösterilerek iptal edildi.
Strateji Belgesi ile iş güvencesinin altının fiilen boşalması, eğitimde esnek, güvencesiz ve angarya çalışma uygulamalarının belirgin bir şekilde artması kaçınılmaz olacaktır.
Sözleşmeli Öğretmenlik OHAL ile Olağanlaştırılıyor
Geçtiğimiz yıllar içinde özellikle eğitim alanında güvencesiz, esnek ve performansa dayalı istihdam politikalarını adım adım hayata geçiren siyasi iktidar, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında tartışmalı mülakat sınavları ile birlikte yeniden düzenlediği öğretmen atama sistemi ile öğretmenleri ‘iktidara sadakat’ ilkesi ile çalıştırmak istediğini açıkça göstermiştir.
Geçtiğimiz yıllarda siyasal kadrolaşma amacıyla gündeme getirilen ve Danıştay tarafından “objektif olmama” gerekçesiyle iptal edilen “mülakat sınavı” uygulamasının öğretmen atamalarında belirleyici olması ve sözleşmeli öğretmenlik uygulamasıyla birlikte hayata geçirilmesi, Türkiye’de en yaygın kamu hizmeti olan sözleşmeli/güvencesiz öğretmen istihdamının temel istihdam politikası olarak benimsendiğini göstermektedir. Türkiye’de mülakat sınavına dayalı tüm uygulamaların ‘siyasal kadrolaşmanın önünü açarak sayısız haksızlığa neden olduğu, aldıkları puanlara bakılmaksızın iktidarın dünya görüşüne yakın olmayanların taraflı ve kasıtlı değerlendirmeler üzerinden elendiği ya da ‘saf dışı’ bırakıldığı çok iyi bilinmektedir.
Mevcut uygulamanın devam etmesi halinde farklı kimlik, inanç ve siyasi düşünceye sahip olan, ‘yerli’ ve ‘milli’ olmadıkları düşünülen, iktidara eleştirel ve muhalif yaklaşan, öğretmenlerin ‘mülakat sınavı’ ve ‘güvenlik soruşturması’ üzerinden elenmesi, atanacak öğretmenlerin büyük ölçüde iktidarın istek ve beklentileri doğrultusunda istihdam edilmesi kaçınılmazdır.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın 15 yılda ortaya koyduğu pratik, kurumun en güvenilmez bakanlık haline gelmesini sağlamış, eğitim sistemine yönelik olarak yapılmak istenen değişiklikler başta olmak üzere, yapılan her türlü sınav, değerlendirme ve atamaların ve sürekli eleştirilmesine ve tartışılmasına neden olmuştur.
Eğitim hizmetlerinin niteliği, sürekliliği ve düzenli olması gerektiği açıktır. Bu nedenle eğitimde objektiflikten uzak değerlendirmelerle yapılacak atamalardan ve sözleşmeli öğretmenlik uygulamalarından derhal vazgeçilmeli, herkese kadrolu ve güvenceli istihdam sağlanmalıdır.
Eğitim sisteminde yıllardır yaşanan ve katlanarak artan sorunlar, MEB’in eğitimin yapısal sorunlarına yönelik somut ve çözüme dayalı politikalar geliştirmek gibi bir amacının olmadığını açıkça göstermektedir. Okullarda yaşanan yoğun dinselleşme ve eğitimi ticarileştirme uygulamaları okullarımızı eğitim yuvası olmaktan uzaklaştırmıştır.
Eğitimde siyasal kadrolaşma uygulamalarının yukarıdan aşağıya doğru organize bir şekilde gerçekleştirilmesi, okullarda yaşanan şiddetin artması, eğitim emekçilerine yönelik çeşitli saldırı ve tehditlerin (ihraç, açığa alma, sürgün vb) sürmesi gibi uygulamalar, okulların fiilen kışla ya da cezaevi haline getirilmesini beraberinde getirmiştir.
2017-2018 eğitim öğretim yılının ilk yarısında yaşananlar, MEB’in eğitimin yapısal sorunlarına yönelik somut ve çözüme dayalı politikalar geliştirmek gibi bir derdinin olmadığını göstermektedir. Okulların eğitim kurumu olmaktan adım adım uzaklaştığı, öğrencilerin yarış atı gibi sınavdan sınava koştuğu, öğretmenlerin düşük ücretle, esnek, güvencesiz ve angarya çalışmaya zorlandığı, siyasal kadrolaşmanın zirve yaptığı, farklı dil ve kimliklerin dışlandığı, eğitimin zaten sorunlu olan niteliğinin daha da kötüleştiği bir eğitim sisteminin sağlıklı nesiller yetiştirmesi mümkün değildir.
Eğitim sisteminde iktidar eliyle gerçekleştirilen dönüşüm, elbette ülkedeki ekonomik, toplumsal ve siyasal koşulların gelişiminden ayrı ve bağımsız değildir. Bugün karşımızda iki seçenek bulunmaktadır; ya eğitim sistemi ve okullar tamamen iktidara teslim edilecek ya da sistemin eğitim üzerinden kendi çıkarlarına göre biçimlendirmek istediği çocuk ve gençlerimizin gerçek anlamda laik, bilimsel ve anadilinde eğitim alması için topyekun mücadele edilecektir.
Her geçen gün daha fazla piyasa ilişkileri içine çekilen, okul öncesinden üniversiteye kadar bilimin değil, dini inanç sömürüsünün referans alındığı bir eğitim sisteminde eğitim ve bilim emekçilerinin, öğrenci ve velilerle birlikte kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitim hakkı için mücadelemizi tüm emek ve demokrasi güçleri ile birlikteomuz omuza sürdüreceğimiz bilinmelidir.”



YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°