ERCAN KONT’U YİTİRDİK
Manşet Haber 23.12.2019 15:18:04 0

ERCAN KONT’U YİTİRDİK

ERCAN KONT’U YİTİRDİK


Adana’nın simgelerinden tiyatrocu Ercan Kont yaşama veda etti.
72 yaşında yaşamını yitiren Ercan Kont’a rahmet yakınlarına ve sevdiklerine başsağlığı diliyoruz.
Eğitimci, yazar Mehmet Demirel Babacanoğlu'nun Adana Life’de yayınlanan röportajı hem Ercan Kont'u daha iyi tanıtacak hem de sizi eski Adana'dan damakta tadı kalmış anılara götürecek:
2 Mayıs 1942 yılında Adana-Mestanzade Mahallesi (Mahalle’nin büyüyen tarafı şimdilerde Şehitduran Mahallesi oldu.) 373 Sokak, 31 numaralı evde doğdum. Anam bana yüklüyken, anamın arkadaşlarından biri okuduğu romanda Ercan adını görmüş ve anama, babama “Çocuk erkek olursa adını Ercan koyun” diye önermiş. Anam, babam da ben doğunca adımı Ercan koymuşlar. Oturduğumuz sokak çıkmaz sokaktı, evler bahçeliydi, parselleyip sattılar; mahalle genişledi, genişleyen bölüm Şehitduran Mahallesi oldu.
KOMŞU DAYANIŞMASI
Evler en çok üç katlıydı. İnsanlar akraba gibiydiler. Birbirlerini severler, yardımlaşırlardı. Yaz mevsiminde akşama doğru sokak sulanır, evlerin önüne çul-çaput serilir, üstüne minderler atılırdı. Komşular oturur, çay, kahve içer söyleşirlerdi. Bir yandan da yemek hazırlıkları yapılırdı. Kimi patlıcan doğrar, kimi patates soyardı.
Dedem, babam, amcalarım, Malatya’dan, yollara düşüp konaklaya konaklaya Adana’ya gelmişler. Hürriyet Mahallesi’nde, şimdiki yıkılmış olan karakolun arka taraflarına yerleşmişler. Babam, amcalarım burada büyümüşler, burada evlenmişler. Babamın adı Abdulvahap, anamın adı Sitti (Sıdıka). Üçü kız, üçü erkek altı kardeştik. Biz büyüyünce şimdiki Şehitduran (Mestanzade) Mahallesi’ne gelip, arsa satın alıp, ev yaptırıp yerleştik.
Biz bu mahalleden sonra da Çınarlı Mahallesi’nde, eski TRT binasının arkasında bir yerde oturduk. Şimdi de Reşatbey Mahallesi’nde adli tıp yakınlarında yaşam sürüyoruz.
Ailem, çevrem benimle çok ilgiliydiler: Benim okuyup iyi bir insan olmam için çok çırpındılar, çok emek verdiler. Ben şöyle anlatıyorum yaşamımı; “Beni anam doğurdu, öğretmenlerim yoğurdu, basın duyurdu.” Doğuran anama rahmet, yoğuran öğretmenlerime saygı, duyuran basına teşekkür, seven insanlara saygılarımı sunuyorum.
Anamın okuması yazması yoktu, ama cahil değildi. Bahçıvanlık yapan babamın parası yoktu, ancak dostu çoktu. Ben de öyle değil miyim? Param yok, ama dostum çok. Ya da öyle sanıyorum.
Anam, babam, ablalarım, ağabeylerim oturduğumuz mahallede sevilirdik. Bütün mahalle akraba gibiydik. İşte böyle bir ortamda doğup büyüdüm ben. Onlardan aldığım terbiye ile yaşamımı sürdürüyorum. İnsanları seviyorum, becerebildiğim kadar yardım etmeye çabalıyorum.
Sokağımızdan Demirtaş Ceyhun, Mustafa Sağyaşar, Erol Büyükburç gibi her biri kendi alanında ünlü, unutulmaz sanatçılar çıktı. Bence bu mahalledeki sokaklara, bu sanatçıların adları verilmeli, sanatçılar parkına büstleri dikilmeli. Ben bu hemşerilerimle öğünüyorum elbette. Bu sanatçılar tırnaklarıyla eşeleyerek, tutunarak bu noktalara geldiler.
İLK SAHNEYE ÇIKIŞ
İsmet İnönü İlkokulu, Tepebağ Ortaokulu (Şimdi Tepebağ Lisesi), Sanat Okulu ve Erkek Lisesi’nde okudum. İlkokulun 4-5’inci sınıfındayken, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda bir müzikli oyun (ront) için seçilmiştim. Ama ben oynamak istemiyordum. Öğretmenim, “Neden sıkıldığımı, neden oynayamadığımı” sordu.
Oyun için giysilerim, ayakkabılarım yetersizdi. “Sıkılarak, utanarak giysilerimin ayakkabılarımın yetersiz olduğunu” söyledim. Öğretmenim sorunumu giderdi. Bir çocuğun ront giysilerini, ayakkabılarını verdiler bana; oynadım, başarılı oldum. Bu, hiç unutamadığım acı, tatlı anılardan biri oldu.
Adana’da o zamanlar iki ortaokul vardı. Biri Tepebağ, diğeri İstiklal’di. Hatta Tepebağ’a “Birinci” İstiklal’e “İkinci” ortaokul denirdi.
OKUL HAYATI
Ortaokulu altı yılda bitirebildim. İbrahim Bilgen adında bir Türkçe öğretmenimiz vardı; Bir gün kompozisyon dersinde, “Büyüyünce ne olmak istediğinizi yazıp getirmemizi” istedi. Ben de teneffüste oturup yazdım kompozisyonu. “Gazeteci olmak istediğimi yazdım.” Ama çekincelerimi de aktardım yazıma. O tarihlerde gazeteciler üzerinde siyasi iktidarın baskıları vardı. Gazeteciler tutuklanıp hapse atılıyor, mahkum ediliyordu. İnsanların yazdıkları yüzünden, düşünceleri yüzünden ceza almamaları gerektiğini vurguladım. Öğretmenimiz çok beğendi. İyi not almıştım ve bu beni çok sevindirmişti.
İlkokul gibi, ortaokulu da zor bitirdim. Bu yüzden normal liseye gitmeyi göze alamadım. Sanat Okulu’na yazıldım. Kura çektik, Elektrik Bölümü düştü bana. Atölyede ayakta durmaktan dizlerim rahatsızlandı ve okuldan ayrıldım. O yıl çektiğim eziyetler, çileler ders oldu bana. Bu defa Adana Erkek Lisesi’ne yazıldım; 3 yılda bitirdim. Yıl 1963 olmuştu.
ZORLU YILLAR
Ailem yoksuldu, bana harçlık veremiyordu. Bu yüzden, Devlet Su İşleri’nde (DSİ) çalışan ağabeyim, her ay 10 lira harçlık veriyordu. Bu parayı harcamıyor, kırtasiyeciden bir deste kağıt alıp, yazılısı olan sınıfların önünde tanesini 5 kuruştan satıp para kazanıyordum.
Bana bir de terzi olan ablam yardımcı oluyordu. Bir gün, biraz para verip çörek alıp satmamı önerdi. O zamanlar, Jandarma Komutanlığı’nın bitişiğinde Çörekçi Aliağa’nın fırını vardı. Okuldan çıkar çıkmaz oraya gidiyor, çörek alıyor, tablaya koyup başımda taşıyordum. Satarken bir değişiklik yaptım: “Çöreeeek vaaar” yerine, “Taze simiiit, küncülü simiiiit vaaarrrr” diye bağırıyordum. Simitlerimi hemen satıyordum. İlk kez “Simit“ sözünü ben söylemiştim, ondan sonra da yayıldı gitti. Bundan dolayı bana “Kibar simitçi” diyorlardı. Simitleri erken satıp bitiriyor, sonra da okula gidiyordum. Artan zamanlarımda ise ders çalışıyordum.
.
Ortaokul sıralarında, maçlarda gazeteden şapka yapıp satardım. Oradaki gazozcular “Gel sen de gazoz sat” deyince, gazoz da sattım. Mahallemizdeki yazlık sinemada da gazoz, çerez sattım.
O yıllarda, akşam üstü, sinemalarda oynayacak filmlerin kartelaları at arabası üzerinde taşınır, mahalle mahalle dolaştırılırdı. Ben de, bu at arabalarından birinin üstünde megafonla oynayacak filmlerin, sinemanın adını, saatini bağırırdım.
Lise dönemimde satış işlerim kırtasiyeye yönelmişti. Kız Lisesi’nin önüne gider, kalem açacağı, kalem, silgi, cetvel, parşömen, ayrıca mahalle aralarında da gazoz ve kurabiye satardım.
Erkek Lisesi’nde, “Sarı avrat” lakaplı bir tarih öğretmenimiz vardı. Bir gün sözlü sınav yapıyordu. Bir arkadaşımız çalışamadığını belirti, kalkmadı. Bir başkası da kalktı soruları bilemedi. Sıra bana gelince, ben de soruları bildiğim kadarıyla yanıtladım. Öğretmenimiz sınıfta, “Bakın çocuklar, bu çocuk geldi, efendice soruları yanıtladı, alacağı not beş etmiyor ama; siz Kız Lisesi önüne gidip kız tavlamaya çalışırken, bu arkadaşınız oraya harçlığını çıkarmak için, kalem, silgi, kalem açacağı, cetvel satmak için gidiyor. Bu yüzden 10 veriyorum” dedi.
İŞPORTACILIK YILLARI
Liseyi bu koşullarda bitirdim. Ekonomik nedenlerle yüksek öğrenime gidemedim. İşportacılığa başladım. Kazak, gömlek gibi şeyler satıyordum. Herkes mallarını satarken, “Yanan fabrikadan kurtarılan, batan gemiden çıkarılan mallar, Alman malı, Amerikan malı, ithal malı, mağazada 10 lira, bizde 5 lira” diye bağırıyorken ben, “Gelin baylar, bayanlar, bakın; bu mallar, ne ithal malı, ne İtalyan, ne Alman malı, ne Amerikan, ne batan geminin, ne yanan fabrikanın malları. Mağazada 5 lira, bizde 10 lira” diyordum. Duyanlar şaşırıyorlardı. Gelip, sattığım mallara bakarken de kalitesini övüyordum. Bu sayede ben daha iyi satış yapıyordum.
TİYATROCULUĞA İLK ADIM
Diğer işportacılar, mağaza sahipleri de bu satışa akıl erdiremiyorlardı. Bir gün, belediye zabıtası beni yakaladı, mallarımı alıp götürdüler, “Belediyeye gel, al eşyalarını” dediler. Belediyede mallarımı almak için beklerken, Adana Belediyesi Şehir Tiyatrosu (O zamanlar belediye BÜYÜKŞEHİR olmamıştı henüz) için “Bay, bayan figüran aranıyor, isteklilerin müdürlüğümüze başvurması.”diye duyuru yapılıyordu. Hemen başvuruda bulundum.
Ulus Parkı’nda Piknik Aile Çay Bahçesi vardı. Orada sanatçılar program yaparlardı. Saat 23’ten 24’e kadar Necat Uygur topluluğu tuluat oyunları oynardı. Bitmezse “Süreri yarın” derlerdi. Ben bu sanat hareketlerini izlerdim. Orada öğrendiklerimi arkadaşlar arasında taklit ederdim. Bu oyuncu olmak için ilk denemelerimdi.
Belediye Şehir Tiyatrosu’nda figüranlığa başlayacaktım, sıramı bekliyordum. Çağırdılar ve bir iki kez denemeye alındım. Belediye Tiyatrosu sezon sonunda turneye çıkacaktı. Yalnızca beni figüran olarak yanlarına aldılar. Gaziantep’te “İkiz Kardeşim Davit” adlı oyun oynandı. Sonrasında “İsyancılar” adlı oyun gündeme alındı. Bir gün, oyunculardan biri gelemeyince onun rolünü bana verdiler; Böylece yardımcı oyunculuğa başladım.
1966 yılında askere gittim, 1968’de terhis oldum. Isparta’da askerliğimi yaparken tiyatroculuğumu sürdürdüm. İsteğim üzerine Ankara Astsubay Orduevi’ne gönderildim. Orada, sinemada, gazinoda yöneticilik yaptım. Bir ay erken terhisle ödüllendirildim. Birlikte çalıştığım tertiplerim de ödüllendirildi.
Askerlik dönüşü, eski arkadaşlarımın kurduğu Adana Sanat Tiyatrosu’na katıldım. AST’den esinlenerek Alinur Uğurpakkan, Cengiz Sezici, Perihan Doygun ve ben “Adana Halk Tiyatrosu”nu kurduk. Alinur’un, Abidinpaşa Caddesi’ndeki iş yerinde çalışmalara başladık. Büyükşehir Belediyesi Tiyatrosu Salonu’nda “Aç İt Fırını Yıkar, Aladağlı Mıho, Yeniden Doğarız Ölümlerde” adlı oyunları oynadık.
1968’de kesintiye uğrayan Şehir Tiyatrosu, Selahattin Çolak’ın Başkanlığı döneminde yeniden açıldı. Ben Tiyatro Müdürü olarak görevlendirildim. Tiyatro topluluğu oluşturduk, oyunlar oynamaya başladık. Mahalle muhtarları kanalıyla tiyatro severleri belediye otobüsleriyle tiyatroya taşıdık. 1981’de liseler arası; Cumhuriyetin 60. yılında ilkokullar arası 23 Nisan Tiyatro Şenlikleri yaptık. Bu çalışmaları, bölgeye, ülkeye yaymak istedik, ancak koşullar elvermedi. 12 Eylül sonrası Belediye Başkanı Kurmay Albay Nuri Korkmaz oldu ve çok büyük destekler verdi bize.
FİLMLER DÖNEMİ
12 Eylül koşullarına uyarak sakalımı, saçımı kesmek zorunda kaldım. Normal düzene geçildi, 1983’te seçim yapıldı. Yeni seçilen belediye başkanı, beni Tiyatro Müdürlüğü’nden aldı. Selahattin Çolak Belediye Başkanı olunca, yeniden Tiyatro Müdürlüğü’ne atandım. Daha sonraki seçimde belediye başkanı değişti. Yeni gelen başkan, “Seninle çalışamam” dediği için emekli oldum.
Bu sıralarda, Kadir İnanır’ın baş rolünü oynadığı Tatar Ramazan filminde hapishane başkatibi rolünü oynadım. Sonra da Ezo Gelin’de imam rolünde, Kara Duvak’da papaz rolünde, Asi adlı dizide Cevizci Hacı rolünde oynadım ancak hatırı sayılır bir para almadım.
Devlet Su İşleri’nde geçici işçi olarak çalıştım. Emirgan Aile Çay Bahçesi’nde, Altınkoza Film Festivali’nde, yazlık sinemalarda, düğünlerde, etkinliklerde, özel günlerde, okulların anma günlerinde sunuculuk yaptım ve yapıyorum. Bu arada tiyatro dersleri de verdim.
ŞİİR DİNLETİLERİ
Sanat yaşamıma başlayışımın 41’inci yılında okuduğum şiirlerin tümünü bir sıraya koydum ve İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nden izin aldım. Lise ve dengi okullarda şiir dinletileri yapıyorum. Sanat yıl dönümlerimi şiir dinletileri sunarak izleyicilerimle paylaşıyorum. Sanat yaşamımım 45’inci yılında 5’inci şiir dinletimi düzenledim.
BİR ANI
Sanat yaşamımda düğünlerde, sinemalarda, tiyatrolarda sunuculuk yapar, fıkralar anlatırdım. Anama ,“Senin oğlan soytarılık yapıyor” demişler. Anam da kızmış. “Oğlum bunları yapma, sana sütümü helal etmem” dedi. Ben de şaka olsun diye, “Sana bir teneke süt getiririm ana” dedim. “Git başımdan, ne halin varsa gör” diye beni azarladı. Daha sonraki yıllarda, Keşanlı Ali Destanı adlı oyunda “Beş Vakit Niyazi” yi oynuyordum. Anamı davet ettim, gelip oyunu izledi ve “Oğlum iyi ki bildiğini yapmışsın, devam et, sütümü helal ettim” dedi. Bu olayı hiç unutamam, her aklıma geldiğinde ağlarım.
İSTANBUL’U SEVMEDİM
1960’lı yıllarda, Atatürk Caddesi üzerinde Emirgan Çay Bahçesi vardı. Sanatçılar burada konser verirlerdi. Adanalılar gelir çaylarını içer, eğlenirlerdi. Mesut Mertcan burada sunuculuk yapardı, askere gidince yerine ben alındım. Günde 5 lira veriyorlardı. 4 lirasını biriktiriyor, Abidinpaşa Caddesi’ndeki parçacılardan saten kumaş alıyor, sahne elbiselerimin modelini kendim çiziyor, terziye tarif ediyor, diktiriyordum. İzleyiciler takdirle karşılıyorlardı, mutlu oluyordum. Bu çalışmalarım beğenilmiş olmalı ki, İstanbul’a davet edildim. Gittim, gördüm, insanların yapay davranışları hoşuma gitmedi, Adana’ya geri döndüm. Bazıları ”İstanbul’a neden gitmiyorsun? Gitsen büyük şöhret olursun” diyor. Gidip, gördüğüm, yaşadığım olumsuzlukları bilmiyorlar. Benden sonrakilere “Gübre olabilirsem yeter.”.
Son olarak diyeceğim o ki; Selam verip alıyorum, başım dik, alnım açık. İnsanlar bana güler yüz gösteriyorlar. Bu da bana yetiyor. Bence insanlar her ortamda esenleşmeli. Üzüntüler paylaşıldıkça azalır, sevinçler paylaşıldıkça çoğalır.
BİR ŞİİRİ
Dün:
Doğdum, büyüdüm, öğrendim
Anladım, anlattım, savundum
Özümden, sözümden hiç dönmedim
Seçim, sandık, oy, demokrasi dedim
Bugün:
Sermayem sevgimdir, sitem değildir
Servetim gönlümdür, gömüm değildir
Karun’dan zengin olsan bana ne
Para çok şey ama, her şey değildir
Yarın:
Varsın yol geçsin mezarımdan
İnsanlar kıvrılmasınlar
Varsın vazgeçsin makamından
İnsanlar kıvırmasınlar...

Yükleniyor

Yükleniyor

Yükleniyor

YAZARLAR

24.8° / 13.8°