GAZETECİ VE SANATÇILAR ÖZEL KİŞİLERDİR, KIYMETLERİ BİLİNMELİ

GAZETECİ VE SANATÇILAR ÖZEL KİŞİLERDİR, KIYMETLERİ BİLİNMELİ






Son günlerde toplumda gazeteci ve sanatçılarla ilgili çeşitli tartışmalar yaşanıyor. Hepimiz medyadan izliyor ve takip ediyoruz. Yapılan konuşmalarda, gazeteci ve sanatçıların değişik nedenlerden dolayı mağdur edildikleri, itibarsızlaştırıldıkları, onurlarının kırıldığı ve özgürlüklerinden oldukları belirtiliyor. Şahsen üzülmeden edemiyorum. Çünkü her iki mesleğin mensupları benim için özel kişilerdir ve kıymetlerinin bilinmesinden yanayım.





Bana göre ülkemizin, çağdaş dünyadaki yerini almasında gazeteci ve sanatçıların özverili çalışmalarının büyük payı var. Onlar ülkemizin aydınlık ve uygarlık yüzüdür. Gazeteci ve sanatçıların toplumun gelişmesine yaptığı katkıyı asla göz ardı etmemek gerekir.  





Toplumun her kesiminin yanı sıra, devletimizi yönetenlerden de, gazeteci ve sanatçılarımızı korumalarını ve kollamalarını bekliyoruz.





Her gazetecinin yazdığı, söylediği, her sanatçının kendi alanında yaptığı faaliyet elbette ki herkes tarafından beğenilmeyebilir. Bu doğaldır. Demokrasinin, çoğulcu yönetim anlayışının temelinde de bu vardır.





Ancak hoşgörülü olmak gerek. Buhari’nin dediği gibi “yiğitlik güreşte rakibini yenmek değil, kızdığı zaman öfkesini yenmektir.”





Özellikle, yönetici koltuğunda oturanlara, Osmanlı İmparatorluğu’nun kurulmasında ve genişletilmesinde Osman Beye yardımcı olan Şeyh Edebali’nin, eserlerini ve nasihatlerini her zaman okumalarını ve uygulamalarını öneririm.





Şu çok iyi bilinmelidir ki; gazeteci ve sanatçılar makamları değil, icraatı eleştirirler. Bunun ikisi arasında çok fark vardır. Bunu böyle görüp, buna göre tepki vermek gerekir.





Unutulmamalıdır ki, gazeteci ve sanatçılar toplumun önünde giden kişilerdir. Görülmeyeni görür, sezilmeyeni sezerler. Bu yetenekleriyle de halkı olumsuzluklara karşı uyarır, yol gösterirler. Yani karanlığa ışık tutarlar. Kıymetlerinin bilinmesi gerekir.





Bir bilim insanı olarak yaşam boyu çok insan tanıdım, çok öğrenci yetiştirdim. Bunun yanında sosyal ve kültürel faaliyetlerim de oldu. Gazetecilerle, sanatçılarla dost, ahbap oldum. Bunlar içinde benim için özel biri olan gazeteci-yazar Tuncay Dağlı ile de samimiyet ve güvene dayalı, ağabey-kardeş niteliğinde bir dostluk kurdum.





90’lı yılların başında Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi’ndeki odamda otururken, kapıya tık tık diye vuruldu. Açtım, karşımda gençten biri duruyordu. O güne kadar hiç karşılaşmadığım biriydi.





Buyur ettim. İçeriye girince, adını, mesleğini söyledi, kendini tanıttı ve beni ziyaret etme nedenini anlattı.





Masamın önünde duran iki koltuktan birini gösterdim. Omuzunda asılı duran çantasını çıkarıp sehpanın üzerine koydu.





Koltuğa oturunca, “Hocam, ben çalıştığım gazetenin üniversite muhabiriyim. Bu güne kadar çok sayıda öğretim üyesiyle değişik konularda görüşüp, edindiğim bilgileri haberleştirdim. Sizin de kendi alanınızda özel çalışmalar yaptığınızı öğrendim. Bitki hastalıklarıyla ilgili son dönemde ne gibi gelişmeler var? Özellikle de Amerika’dan ithal edilen soya fasulyesinin bölgeye adaptasyonu konusunda sıkıntı yaşanıyor mu? Bu konuda çiftçiye, üreticiye hangi bilgileri verip, yardımcı olabiliriz? “dedi.





Beni araştırması, arayıp, bulması hoşuma gitmişti. Hal ve hareketleri, tavrı, konuşma şekli farklıydı. Sanki biraz da kendi gençliğimi andırıyordu.





Tuncay Dağlı genç bir muhabirdi ama mesleğiyle ilgili bilgiliydi, yetenekliydi. Sorularını önceden hazırlamıştı. Yani ne istediğini bilen biriydi. Aldı da. Uzun uzun konuştuk. Ben anlattım, o not aldı.





Anlayacağınız benim Tuncay ile tanışmam o sene ithal edilen soya fasulyesi yüzünden oldu.





Genç gazetecinin duyarlılığı ve ülkeye, topluma hizmet coşkusu beni etkilemişti. O günden bu güne dostluğumuz giderek güçlendi. Hem bilimsel hem de kültürel alanda çok işler yaptık.





Onu mesleğine aşık, ilkeli, sağlam karakterli, dürüst ve gazetecilikle bütünleşmiş biri olarak tanıdım ve bildim. Çok sayıda öykü, roman, şiir ve mesleki kitaplar yayınladı.





Bir sohbetimiz sırasında söylediği, “ben gazeteciyim. Kamu görevi yaparım. Gazetecinin bir görevi de kamuyu, kamuoyu adına denetlemektir” sözünü hiç unutmam.





O, her zaman için toplum ve ülke yararını kişisel menfaatinin önünde tutan, halkı bilgilendirmek ve aydınlatmak için çalışan biri oldu. Hala da öyle yapıyor. Ülkemizin yetiştirdiği birçok gerçek gazeteciden biri olan Tuncay Dağlı’yı tanımadıysanız, tanımanızı, kitaplarını okumadıysanız okumanızı öneririm. Ben şahsen onu tanımaktan çok mutlu oldum. Kardeşim gibi de sevdim. Yolu açık olsun. 



Mehmet Asil YILMAZ

4.02.2022 22:12:19

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.


“ SEYHAN BİZİM VAZGEÇİLMEZİMİZ”

CHP ADANA ÖRGÜTÜ GENEL SEÇİMLERE HAZIRLANIYOR

DEMİRÇALI’YI ZİYARET ETTİ

VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI