<strong>YAŞAM DÖNGÜSÜ</strong>

<strong>YAŞAM DÖNGÜSÜ</strong>






Her organizasyonun, her ürünün (mal veya hizmetin) bir yaşam döngüsü vardır. Bu döngü; her yeni kuruluş, iş yeri, ürün ya da hizmetin kavramsal tasarım aşamasında başlar ve işyerinin kapanmasıyla, ürünün kullanımdan kalkması ile sona erer.





Anımsayın bir zamanların Adana’da faaliyet gösteren Milli Mensucat, Sümerbank, Çukobirlik, Tekel, Güney Sanayi, Paktaş, Bossa, Pakyağ, vb. fabrikaları. Bu efsaneler Adananın ekmek kapısıydı, geçim kaynağıydı. Hepsi kapandı, hepsinin yaşam döngüsü sona erdi.





Bu süreç her canlı için de geçerlidir. Çocuk, ana rahminden çıkıp ilk bağımsız nefesini alınca başlar yaşam döngüsü. Sonra bebeklik, çocukluk, gençlik, orta yaş, yaşlılık derken ölümle sona erer, yani tamamlanır.





Oysa daha dün gibidir çocukluğunuz. Mahalle parkında annenizin gözetiminde pür neşe içinde oynadığınız günler gelir aklınıza. Annenizin size hiç mi hiç karışmamasını ama çevrenizden de ayrılmamasını istediğiniz o ilk bağımsızlık denemeleri.





Sonra gençlik yılları gelir. Yoktur hayallerinizin sınırı. Büyük umutlarla yola çıkar, önce dünyayı, olmadı ülkenizi, yine olmadı ailenizi ve kendinizi kurtarmaya çalıştığınız o ayaklarınızın yere basmadığı dönemler.





Ve hızla geçer orta yaş dönemi. Geçim derdi için, eve ekmek götürebilmek için çalışır çabalarsınız. Bir yerlerden üç kuruş kısıp başınızı sokacak bir ev alabilecek misiniz? Çocuklarınızın eğitim giderlerini karşılayabilecek misiniz?





Bu süreçler yaşanırken, bir an önce bebekken çocuk, çocukken genç, gençken orta yaş istersiniz. O noktaya gelince istekler geriye döner. Çünkü yaşamınızın muhasebesini yapıp T cetveline aktardığınızda, cetvelin aktif pasif taraflarında bir uyumsuzluk oluşmuştur.





Yani yaşamınızda bir eksiklik, bir tatminsizlik ve doyumsuzluk vardır. Gerçekleştiremediğiniz utkularınız, hayalleriniz, istekleriniz, umutlarınız ya da beklentileriniz vardır.





Bu dönemde ilk stresler, gerginlikler, keşkeler ve pişmanlıklar baş gösterir ama öğrenilmiş çaresizlik ya da akla uydurmalar devreye girer. Yani sağlınızın korunabilmesi için vücut savunma mekanizmaları harekete geçer. Böylece orta yaş kuşağını da sağ salim atlatırsınız.





Hoş geldin yaşlılık!





Ve olanlar olur. Yaşlılığa adım atarken, siktiri boktan, 7-8 küsür mm. çapında bir nodül peydah olur akciğerinizde. Bu arada, daha önce takılan 5 adet stend zaten büyütmüştür kalbinizi. Bir gün dalağınızı, bir süre sonra safra kesenizi alırlar. Yolda arabanızla giderken, sağa sola fırlayan lastikler gibi dökülür saçılır organlarınız. Bir poşet ilaç, artık olmazsa olmazınızdır.





Bunlar aslında doğal gelişmelerdir. Çünkü insan yaşamını ortalama 35-40 yıldan 80 yılın üzerine atan biyo teknoloji, henüz organ yetmezliğine tam olarak çare bulamamıştır. Kök hücre yenilemesi, DNA ile oynama vb. yöntemlerle insanı ölümsüz yapacaktır ama size bir yararı olmayacaktır. Çünkü o yöntemlere ancak ve ancak dünyanın süper zenginleri erişebilecektir.





Artık zirveden iniş başlamıştır. Dışarıya açılan bütün pencereleri kapatır, kapanırsınız özünüze. Yoğun bir duygu yükü altında, bütün yaşamınız bir sinema şeridi gibi geçer gözünüzün önünden.





Sürekli geçmişten bahsedenlerin, her sohbete bir askerlik anısı ekleyenlerin, cep telefonunu yaşamının bir parçası haline getirip forwardçılık yapanların fiziksel ve zihinsel yaşlanmaları hızlanır.





Çünkü bu kişilerin; merkezi sinir sistemi işlevini yitirmiştir. Algı ya da duyu organlarından gelen uyarıları ve mesajları en azından sağlıklı değerlendirme yetisini kaybetmişlerdir. Televizyon ve sosyal medyada rol yapan insanları izlerken hayatları bitmiştir.





Beni sorarsanız, sultanımın beni erken terketmesi sonucu yaşadığım büyük travma hariç memnunum yaşam döngümden. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti sayesinde, Taşobası Köyündeki çocukluğumda hayal bile edemediğim, aklımdan bile geçirmediğim bir yaşam sürdüm. Kişisel ve mesleki tatmini yaşadım.





Zaten yıllar var ki, Ömer Hayyam’ın;






  • “Değildir yoksul, azla yetinmesini bilen”,




  • “Varlığın sırları saklı senden, benden; / Bir düğüm ki ne sen çözebilirsin, ne ben. / Bizimki perde arkasında dedikodu: / Bir indi mi perde, ne sen kalırsın, ne ben.”





sözlerini benimsedim, ilke olarak kabul ettim.





Tek üzüntüm, bu topraklarda, Anadolu’da beş bin yıldır kul ya da köle muamelesi görerek yaşamış insanların devamı olan halkımın, eğitimsiz ve geri bırakılarak din, mezhep, tarikat ve milliyetçilik tüccarlarının elinde oyuncak olmasıdır. Geleceği bırakın, yaşadığı çağla bile iletişim kuramaması, uyum sağlayamaması. Sonra da kendini aydın zannedenlerce hakarete uğraması.





Konumuza dönersek eğer, olan olmuştur. Ne yaparsanız yapın, başınızı hangi taşa vurursanız vurun, güvendiğiniz dağlara kar yağmaya başlar ve üşürsünüz. 'Keşkeler' geri getirmez yaşamı.





Ve kapanan sinema perdesinde son yazı okunur: The End!





Velhasıl, yaşam döngüsü sona ermiştir, ben ve benim gibiler için.





Ancak ermeyenlerin, yani yaşamını öbür dünyaya odaklayanların henüz bu dünya ile hesabı kapanmamıştır. Veresiye defterinde borcu gözükmektedir. Perdenin kapanmasına tanıklık edenler nasıl değerlendirecektir onların yaşamını? Arkasından ne söyleyeceklerdir?





Cenaze musalla taşındadır. İmam namazı kıldırır ve sorar cemaate: Merhumu nasıl bilirdiniz? Cemaat hep bir ağızdan bağırır: İyi bilirdik!





Ancak hemen arkasından cemaatten birileri kendi kendine “Pezevengin biriydi. Öldü de kurtulduk, çok şükür!” diyorsa durum kötüdür.





Cemaatten diğer bazıları ise; “Münkir münâfığın soyu / Yıktı harap etti köyü / Ölüsüne bir tas suyu / Dökenin de avradını” diyorlarsa daha da kötüdür durum. Çünkü bu merhumlar, anlamlı bir yaşam sürmemiş, boşuna yaşamışlar demektir.





Mahşer yeri kurulana kadar arafta beklemeyi, dünyanın kuruluşundan bu yana ölen insanların halâ bekledikleri, sorgudan sonra cennet ya da cehennem biletinizin kesileceği, vb. konulara girip aklınızı karıştırmak istemiyorum.





Son tavsiye yine Hayyam’dan gelsin:





“Yel eser, umutlar savrulur gider; / Sensiz, bensiz kalır bağlar bahçeler; / Altın, gümüş, nen varsa harcamaya bak! / Ölür gidersin, düşmanın gelir yer.”





Mesaj alındıysa, kalın sağlıcakla!





Mahmut TEBERİK





Endüstri Mühendisi



Mahmut TEBERİK

22.06.2023 09:24:51

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.


“ SEYHAN BİZİM VAZGEÇİLMEZİMİZ”

CHP ADANA ÖRGÜTÜ GENEL SEÇİMLERE HAZIRLANIYOR

DEMİRÇALI’YI ZİYARET ETTİ

VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI