KOZAN'DA DOĞAYA VERİLEN ZARAR YA DA HAMAMKÖYÜ...

KOZAN'DA DOĞAYA VERİLEN ZARAR YA DA HAMAMKÖYÜ...

Kozan’da doğaya verilen zarar ya da Hamamköyü…



Geçtiğimiz yıl, zeytinlik alanların talanına ‘zeytin mi daha önemli yoksa Türkiye’nin geleceği mi, bir kaçık suda fırtına koparmamak lazım, muhalefetin derdi üzüm yemek değil bağcıyı dövmek’ diyerek destek vermişti başbakan…

Ekim alanlarının çoraklaşması, binaların dikilmesi, kum ocaklarına dönüşmesi ülkenin ‘geleceği’ olarak gösteriliyor, karşı duranlarsa ‘her şeyde’ olduğu gibi ‘tu kaka’ sayılarak suçlu gösteriliyordu!

Bir gün Karadeniz bölgesinde, bir gün Ege Bölgesinde, bir gün Marmara Bölgesinde… Bu ülkenin neresinde olursa-olsun, çevreye duyarlılık gösteren sivil toplum kuruluşları tüm ‘baskılara’, tüm korkutmalara, tüm ‘gözdağlarına’ karşı direnirken; biz burada gazete köşelerinde, ya da küçük buluşmalarımızda kendi aramızda bu ‘çevre katliamının’ gelecekte ne biçim sancılar yaşatacağını konuşuyorduk…

Konuşurken de kimilerince kınanıyorduk, ‘size mi düştü oraların kaygısı’ denmelerine bile tanık oluyorduk! Oralar buradan ‘ayrı’ bir yermişçesine, burada yanan bir ‘alev’ oraları da yakmayacakmışçasına, oralardaki bir yok oluş buraları da eritmeyecekmişçesine…

Sus, konuşma; söylenenlere uy; yat, yat uyu gibi…

***

Geçtiğimiz hafta Kozan Ekspres Gazetesi’nde yayınlana bir haber vardı…

Burada kurulan ‘ekonomiye’ katkısı olduğu söylenen, ancak bölge köylüsünün ekim alanlarının artık ekilemez olmasına neden olan elektrik santrallerini zamanında çok anlatmış, üzerine köşe yazmış, bunun için de eleştirilmiştim! O günler yazdıklarımdan dolayı ‘haksız, yanılmış’ olmayı istememe karşın, bugün yaşananları gördüğümde o gün bana ‘kızanların’ çektiği acıyı düşünüyorum. Toprağından o günkü gibi kazanım elde edemediğini de biliyorum…

Habere göre, bugün bir başka ‘talanla’ karşı karşıya Kozan…

İlçenin Hamamköyü Mahellesinde, Devlet Su İşleri tarafından ‘afet durumunda müdahale’ alanı olarak belirlenen yerde kurulu bulunan taş kırma-eleme ‘tesisi’ Adana Çevre-Şehircilik İl Müdürlüğünce ‘kaçak üretim yapıldığı’ gerekçesiyle kapatılıyor. Aradan bir gün bile geçemeden mühürler kırılarak ‘tesis’ yeniden çalışmaya başlatılıyor. Bu arada, bölgeye ikinci bir ‘tesis’ daha kuruluyor. ‘Kaçak’ üretim denilmesine, ‘tesisin’ kapatılmasına karşın bir yerine ikinci ‘tesis’…

İktidarı arkasına alan; iktidarın yaşamı boyunca tüm haksızlıklara, yasal olmayan yollara başvurarak yurdun dört bir yanından ‘işler’ alan bir müteahhit, hem bölgede sulama ile ilgili bir iş yaparken, bir yandan da taş kırma-eleme işine de el atması sağlanıyor!

Ne güzel değil mi?

Bölgemizin milletvekilleri iktidar-muhalefet tümü, kalıplaşmış birkaç sorunu gittikleri yerde dillendirirken; bölgede çevreye verilen zararın ya bilinmesini istemiyorlar, ya da birilerince çevre konusunun gündeme getirilmemesi sağlanıyor!

Taş kırma-eleme ‘tesisinin’ tozunu-toprağını içlerine çeken, oluşan bozgundan dolayı yaşanacakları öğrenen köylü sessiz kalmıyor… El altından tehdit edildiklerini, mahalle muhtarının şikayet dilekçesinin geri çektirildiğini, korku içerisinde yaşadıklarını söylüyorlar…

Bir köylünün sözleri şöyle:

‘Tehdit altında, korku içerisinde yaşıyoruz. Yaşamımız değişti, zeytinlik alanlarımız yok olmayla karşı karşıya. Burası öncelikle sit alanı, köyün merası, tesisin yanındaki dere kurutulacak… Bu ocak yasal değil, yasal olan yerler var, neden buradalar anlam veremiyoruz.’

***

Hep ‘gömleğin düğmesini başta yanlış ilikleyince’ diye başlar ya söz…

Yine öyle değil mi?

Ülkemize salt parasal anlamda değil, gelecek adına da yarar sağlayan; havasını temizleyen, doğal örtüyü güçlendiren ‘zeytinlik alan’ tartışmasını nasıl ‘hoyratça’ tartışıldığını unutmadık biliyoruz!

‘Zeytin mi daha önemli yoksa Türkiye’nin geleceği mi’ biçimindeki bir soru, düğmenin ‘baştan’ yanlış iliklenmesi değil de nedir? Zeytin ağaçlarını ülkenin ‘batma, çökme’ nedeni gibi algılatmanın yurdumuzda yaşatacağı en açık kanıt ‘müteahhitlerin’ tutumu…

‘Zeytinlik alan mı, bu ülkenin geleceği mi’ sorusunu iktidardan gelince, iktidarın alt birimleri için de ‘yasal olmayan’ yollardan ekim alanlarının bozulması o denli zor olmuyor işte; yasal olmayan yollardan ‘her şeyi’ istedikleri gibi ‘kullanma’ özgürlüğünü taşıdıklarına inanıyorlar!

Düğme ‘baştan’ yanlış iliklenmiş!

Şubat ayının ortası, nisan hava koşulları yaşanıyor. Kimi yerde çoktan erik çiçek açtı. Kiminin mimikleri kulaklarında; siz geçin onları! Buğday ekin tarlalarını bir inceleyin. Toprağa kök salmadan, havaların ısınması nedeniyle toprağın üzerinde cansız salınıyor! Bu üretime olumsuz etkiler verecek, verim düşecek! Neden biliyor musunuz? Toprak ana, doğaya verilen zararı ‘böyle’ ödetiyor!

Kozan bunu yaşamamalı…

Oktay EROL

12.02.2018 16:54:07

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.


“ SEYHAN BİZİM VAZGEÇİLMEZİMİZ”

CHP ADANA ÖRGÜTÜ GENEL SEÇİMLERE HAZIRLANIYOR

DEMİRÇALI’YI ZİYARET ETTİ

VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI