MAHŞERE KAZANI..!
Manşet Haber 17.05.2020 23:43:04 0

MAHŞERE KAZANI..!

MAHŞERE KAZANI..!


O yaz köydeki evimizde farklı bir faaliyet vardı. Annem, babam bir şeylerin hazırlığını yapıyordu. Babam koca koca kazanlar getirmiş, evin önünde bir yere koymuştu. Bu kazanlar daha sonra başka bir yere götürülecekti. Kazanların yanında uzun, kürek gibi kaşığa benzer sopalar vardı.





Yaşanan hareketliliğin nedenini bir süre sonra ben de öğrendim. Babam o sene büyük bir bağdaki üzümleri satınalmıştı. Bizim de bağımız, bahçemiz vardı ama bu başkaydı. Bu bağda kara üzüm yetişiyordu. O kadar çoktu ki satsan bitmez, yesen eksilmez cinsinden.









Ben çekirdekli ve kalın kabuklu olduğundan kara üzümü pek sevmezdim. Bağ üzümü dediğimiz altın sarısı üzümler hem daha tatlı olurdu hem de çekirdekleri fazla büyük değildi. Bir de parmak üzüm vardı, onu da severdim.





Bağdaki üzümlerin son hasadı en tatlısı olurdu. Hele ki sonbahar yağmurlarıyla ıslanmış yapraklar arasındaki kalan son üzüm salkımlarını arayıp bulmak bizim için bir zevkti.





Babamın aldığı kara üzüm bağı köyden biraz uzakta, tepelik bir yerdeydi. Hasat günü geldiğinde bağdaki salkım salkım üzümler, yevmiye ile çalışan işçiler tarafından toplanıp, büyük büyük sepetlere dolduruldu. Sonra bunlar güzelce yıkandı ve ezileceği teknelere koyuldu. Üzüm taneleri ezildikçe, teknenin ucundaki borudan kıpkırmızı bir su akıyor ve hemen önündeki kovalara doluyordu.









O gün bizim aile pekmez işine girmişti. Daha önceleri evde salça, tuzlu yoğurt ve küçük çaplı pekmez yapımını görmüştüm ama bu kadarına ilk defa tanık oluyordum.





Üzümler ezilirken, babam yan tarafta öbek öbek ocaklar yakmış, bu ocakların üzerine evden getirilen dev gibi kazanlar yerleştirilmişti. İşte o an anladım ki, babamın günler öncesinden arkadaşlarından ödünç alıp, eve getirdiği kazanlar pekmez yapımı için kullanılacaktı.





Üzüm suyu dolu kovalar, ateş üzerindeki kazanlara boşaltıldı.





Kazanlar pek fazla derin değildi ama çok genişti. Küreğe benzer sopalar da kaynamakta olan üzüm suyunun karıştırılmasında kullanılıyordu.









Pekmez yapılan yerde benim gibi birkaç çocuk daha vardı. Bu iş öyle bir iki kişiyle yapılacak bir faaliyet olmadığından, akrabalardan gelenler de vardı. Akranım olan çocuklarla, ocaklara fazla yaklaşmadan yapılanları ilgiyle izliyorduk. Bu arada annem ya da öteki çocukların anneleri arada bir bizleri, “mahşere kazanlarına sakın yaklaşmayın, içine düşersiniz” diyerek, uyarıyorlardı. Pekmez kazanına düşmek ölüm demekti.





Ocaktaki odunlar alev alev yanıyor, alevlerin verdiği ısıyla kazanların içindeki üzüm suyu fokur fokur kaynıyordu. Zaman geçtikçe üzüm suları yoğunlaşıp, koyulaşmaya başladı. Her kazan başında bir kişi vardı. Ellerindeki kürek gibi kaşıklarla devamlı karıştırıyorlardı. Pekmez oluyordu..









Mahşere kazanlarının içinde kaynayan pekmezin yüzünde köpükler oluşmaya başlamıştı. Annem bu köpüklerden bir kısmını tahta kaşıkla alıp, tasa koydu ve bize verdi. Bu arada birkaç asma yaprağını da, çöp kısmının ucunda bir iki santim yaprak kalacak şekilde bağ makasıyla kesip, mini bir kaşık haline getirdi. Tastaki köpüğe yaprak kaşıkları bandırıp bandırıp, ılık pekmez köpüğünü yedik. Çok güzel bir tadı vardı.





Pekmezler kıvama gelene kadar pişirildikten sonra, mahşere kazanları kulplarından tutularak, ocağın üzerinden alındı ve bir kenarda soğumaya bırakıldı.





O gün akşam geç saatlere kadar ocaklar yandı, kazanlar içinde pekmez kaynadı. Soğuyan pekmezler ise kepçelerle büyük büyük tenekelere dolduruldu. Çok fazla pekmezimiz olmuştu. Sanırım babam bunların büyük bölümünü sattı, bir kısmını da bizim yememiz için ayırdılar.





O yaz yaptığımız pekmez, bizim için ilk ve son pekmez işi oldu. Zahmetli ve emek isteyen bir işti. En çok yorulanlardan biri de annemdi. Sanırım bu yüzden babam bir daha bağ falan almadı. Kendi bağlarımızdaki üzümlerle yetindik.





Ama o gün pekmez kaynatılan mahşere kazanlarını hiç unutmadım. Gözüme öyle büyük görünmüşlerdi ki.. Sonraki yıllarda o kazanlara neden mahşere kazanı dendiğini düşündüm durdum..





Neden acaba..?



YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°