Manşet Haber 19.04.2018 14:08:23 0

'MEB’İN PERFORMANS VE SINAV DAYATMASINI KABUL ETMİYORUZ”

'MEB’İN PERFORMANS VE SINAV DAYATMASINI KABUL ETMİYORUZ”

Eğitim Sen Adana Şube Başkanı Seçil Sönmez, Milli Eğitim Bakanlığının “Performans ve sınav dayatmasını kabul etmiyor, mesleğimize ve geleceğimize sahip çıkıyoruz!”dedi.

Son 16 yıldır Eğitim Sisteminin kangren haline gelmiş birçok sorunu barındırdığını, asıl görevi bu sorunlara çözüm bulmak olan Milli Eğitim Bakanlığı’nın her uygulamasıyla “eğitim sisteminin en önemli bileşeni” olan öğretmenleri hedef tahtasına koyduğunu savunan Eğitim Sen Adana Şube Başkanı Seçil Sönmez, yazılı açıklamasında şu görüşlere yer verdi:

“Üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmekte yetersiz kalan MEB, eğitimdeki yanlış politikaların sonucunda ortaya çıkan başarısızlığı üzerinden atmaya, sorumluluğu öğretmenlere yıkamaya çalışmaktadır. Öğretmenleri ALO 147, BİMER, CİMER gibi uygulamalarla veli ve öğrenciyle karşı karşıya getiren MEB, son olarak ta 9 Haziran 2017 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren “Ulusal Öğretmen Strateji Belgesi” eğitimde performans değerlendirme uygulamasına yer verilmiştir. 16 yıl içerisinde iki kez bu sistem uygulanmak istenmiş ama Danıştay uygulamanın öğretmenlerin iş barışını bozacağı düşüncesiyle iptal edilmiş olmasına rağmen 12 ilde pilot uygulama yapılarak uygulama tüm ülke genelinde dayatılmaya çalışılmaktadır.

Kamusal bir hizmet olarak eğitimin hızla özelleştirildiği ve ticarileştiği bir dönemde öğretmenlik mesleği, siyasi iktidar ve Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) tarafından doğrudan hedef alınmakta, çalışma ilişkilerimiz ‘rekabet’, ‘verimlilik’, ‘kalite’ ve ‘müşteri memnuniyeti’ gibi piyasacı kavramlar üzerinden yeniden tanımlanmak istenmektedir. MEB tarafından gündeme getirilen ‘performans sistemi’ ve ‘sınav’ dayatması, uzun bir süredir eğitim alanında yaşanan piyasacı dönüşümün önemli ayaklarından birisidir.

MEB’in performans değerlendirme sisteminde öğretmenlerin yaptıkları işin niteliğinden çok ‘yüksek performans’ üzerinden bireysel değerlendirmeye tabi tutulması, okullarda herkesin birbirinin ‘rakibi’ olduğunu düşüncesinin gelişmesine ve iş barışının bozulmasına neden olacaktır. Bu uygulamanın okullarda görev yapan öğretmenlerin, her açıdan siyasallaşmış okul yöneticileri başta olmak üzere,  işverenle ilişkilerde mutlak bağımlılık ilişkilerini daha da geliştirmesi kaçınılmazdır. Böylesi bir uygulama öğretmenin iktidara olan bağımlılığını artıracak; öğretmenleri, iş güvencesinin sürekli tehdit altında olmasından dolayı kendilerinden beklenen rolleri oynamak zorunda bırakacaktır.

Öğretmenin her taraftan kuşatılarak tamamen etkisizleştiği ve itiraz edenin, farklı olanın çalışma koşulunun kalmayacağı rekabete dayalı, acımasız bir istihdam rejimi oluşturulmak istendiği açıktır. Öğretmenlik mesleğinin ilkelerine, işlevine ve doğasına tamamen aykırı olan böylesi bir girişimin, öğretmenlerin tamamına yakını tarafından reddedilmesi dikkate alınmak zorundadır.

Öğretmenlerin gelişimi ve mesleki yeterliliklerinin sağlanmasının temel koşulu, onların yaptıkları işi anlamlı bulmalarına, mesleki özerkliğe sahip olmalarına, okul ikliminin sağlıklı, özgür ve demokratik olmasına bağlıdır. Bu temel özelliklerin olmadığı bir ortamda, eğitime ilişkin her soruna eğitim biliminin değil, iktidarın siyasal ideolojik ihtiyaçları doğrultusunda yaklaşan bir anlayışla öğretmenlerin ve eğitimin niteliğinin artmasını beklemek söz konusu olamaz.

MEB’in tüm itiraz ve eleştirilere rağmen hayata geçirmeyi düşündüğü, öğretmen, öğrenci ve velilerin hepsinin değerlendirme sürecine dahil edildiği böylesi bir uygulama örneğini, dünyanın hiçbir ülkesinde görmek mümkün değildir.

Öğretmenlik mesleği eğitim süreçleri, atanma sorunları, çalışma koşulları, iş güvencesi açısından yaşanan kaygılar, yetersiz maaşlar nedeniyle yeterince itibarsızlaştırılmış ve değersizleştirilmiştir. Öğretmen yeterliliklerinde bilimsel, objektif ve evrensel standartlar yerine, öğretmenleri her açıdan baskı altına alacak olan 'Performans değerlendirme' ve ‘sınav’ dayatmasındaki ısrar, MEB’in asıl niyetinin ‘üzüm yemek’ değil, ‘bağcıyı dövmek’ olduğunu göstermektedir.

Öğretmenlerin mesleki yeterliliklerini arttırmak için piyasacı yöntemleri hayata geçirerek onları objektifliği tartışılır sınavlar, değerlendirmeler ve testlere tabi tutmak, performans baskısı altında angarya çalışmaya zorlama girişimleri kabul edilemez.

MEB tarafından uygulanmak istenen performans değerlendirme ve sınavın öğretmenlerin niteliğine ve mesleki gelişimlerine katkı sunmaktan ziyade rekabeti ve eşitsizliği derinleştirecektir. İş güvencesi başta olmak üzere sahip olduğumuz hakları geriye götüren, mesleğimizi değersizleştiren bu uygulamayı durdurmak, mesleki ilke ve değerlerimize sahip çıkmak için topladığımız imzaları Milli Eğitim Bakanlığı’na gönderiyor, eğitimde performans ve sınav dayatmasından derhal vazgeçilmesini talep ediyoruz.”

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°