‘MİLLİ’ SORUN ÇÖZME BECERİLERİMİZ: SORUMLULARA SORUN BİLDİRMEME

‘MİLLİ’ SORUN ÇÖZME BECERİLERİMİZ: SORUMLULARA SORUN BİLDİRMEME


Bu sene zor bir sene olacak, öyle gözüküyor.





Geçen sene zor bir sene idi, ancak bu senekinden daha iyi bir yıl gibiydi.





Gelecek sene yine zor geçecek, hatta bir öncekini arayacak duruma düşebiliriz.





Birbirini izleyen yıllar betonlaşmaya hep karşı çıkıp her sene betonlaşmanın arttığı, betonu da düzgün dökemeyip pek çok sonuçta fazla yağıştan menfezde suların üstten aktığı bir süreçte, yine de Cumhurbaşkanının, bakanının, belediye başkanının “Çok güzel şeyler yaptık” diye nutuk attığı; maalesef çoğumuzun da bu nutukları olduğu gibi kabullenip hatta “Şaşkınlıkla bu bizim ülke, bu bizim şehir, bu bizim kurum ne güzel gelişiyormuş da, bu bizim başkan veya müdür ne güzel işler yapıyormuş da ben hiç farkında değilmişim, kendi kendime bu güzellikleri göremedim, ne eşek herifmişim, haksızlık yapmışım” diye hayıflandığımız, vicdan azabı çektiğimiz durumlar çok oluyor.





Onun için bugüne kadar kim güzel şey yapmış da ben görememişsem, hepsinden af diliyorum.





İşin hayıflanma, hiddetlenme, vicdan azabı çekme kısmını bir yana bırakıyorum da sosyal bilimciler için çok esaslı bilimsel soru oluşturacak “Sorunlar birikirken biz biriken sorunları nasıl aşıyor, nasıl çözüyoruz?” kısmına dönelim.





Gördüğünüz gibi bu konuyu çok iyi işleyebilirsem birkaç uluslararası bilim başarı ödülü alabilirim. Yani ortada kötü bir şey yok, sadece çok köklü bir bilimsel sorun alanı var, araştırır, ücretini cebinden ödeyip üç beş makale yazar, TÜBİTAK’a ödetemezsen yine ücretini cebinden ödeyip uluslararası toplantılarda sunular yapar, büyük bir bilim kişisi olursun, atıf almasan da olur, ne hayıflanıyorsun, öteye beriye kendi kendine kızıp duruyorsun.





Her kötü durumdan bir güzellik çıkarmayı başarırsak, muhteşem olur, böylece her kötülük bir iyiliğe güzelliğe vesile olacağından sürekli sorun ve kötülük aramaya bile başlayabiliriz. Bir yerde sorun olsun ki biz de onu çözelim.





Türkiye’nin sorunu da zaten sorunları olmasında değil de bazen bu sorunları çözme konusunda yeterli istek göstermemesinde bulunuyor.





Gerçekten de ortada temel bir soru duruyor: Türkiye’de sorun çözme becerilerimiz nedir, nasıldır?





MİLLİ SORUN ÇÖZME BECERİLERİMİZİN FORMÜLÜ: KAMUOYUNA VE SORUMLULARA SORUN BİLDİRMEME





  • Görmezden gel, üstüne alınma,
  • Gözüne sokuluyorsa geçiştir,
  • Geçiştiremezsen ertele,
  • Erteleyemezsen başkasına havale et,
  • Başkasına havale edemiyorsan ilgisiz birine aktar,
  • Hiçbir şey yapamıyorsan sorun yokmuş gibi davran,
  • Sorun yokmuş gibi yapamıyorsan yapıyormuşsun gibi yap,
  • Yapıyormuş gibi yapamıyorsan sorunu gizle,
  • Sorunu gizleyemezsen, sorun ortaya çıkarsa başkasını sorumlu tut,
  • Bunu da beceremiyorsan…
  • Büyüklerimiz en iyisini bilir de, vardır bir bildikleri, bunda bir hikmet bir hayır vardır de.
  • AMAN ha son çare olarak üstlerine, daha üstteki sorumlulara yazmaya, bunu konuşup kamuoyuna aktarmaya kesinlikle heveslenme,
  • YOKSA senin milli duruşunda sorunlu bir durum var demektir.
  • Bir disiplin soruşturmasını, hatta sonu “Milli olmamaktan dolayı memuriyetten çıkarılmaya varacak” bir soruşturmayı kesinlikle hak ediyorsundur; şansın yaver giderse dışlanmayla, mobbingle durumu kurtarabilirsin, hele de görüp de bu durumu görmezden gelir, idare ederlerse çok şanslısın demektir.
  • En azından ağır bir DERS ALMIŞ olursun. BİR DAHA SORUNU İFADE EDEREK SORUN ÇIKARMA!




Yoksa ne güzel de çalıştığın okulundan, üniversiteden, belediyeden, hastaneden, işinden gücünden olursun. Sorun çıkaran kişiye, sorunları gören kişiye kimse iş vermek istemez bir daha. Neme lazım milletin yaptığı iş yalan yanlışmış, bilmem ne milleti kanser yaparmış, köprü altını, bodrum katını su basarmış, ülke ötekine berikine muhtaç olurmuş. Büyüklerimiz en doğrusunu bilir, gerisi bu memlekete kötülüktür.





Benden sana naçizane tavsiye veya TEMBİH: Artık şu huyundan vazgeç, bunun gerçekçi bir tarafı yok, boş ver her şeye üzülmeyi, güzellikleri görmeyi öğren, hayatını yaşa.









Evet, bu da bir formüldür, sorunları çözemezse de her tür sorunlu durumda yaşama becerisinin formülü olabilir.





BİR ARAŞTIRMA SORUSU DAHA: YAPIYORMUŞ GİBİ YAPMAK





Bir hoca feryat ediyor: “Ben üniversitede her şeyden çok hoşnutum. Her şey her yerde muhteşem. Çalışmadığın sürece ve yıkımı izlerken üzülmezsen, soruna takılmazsan, yapıyormuşsun gibi yaparsan pek sorun yok” diyerek yaşadığı gerilimi, üzüntü ve çaresizliğini ifade ediyor. Sorunlara değil de hocanın düştüğü duruma üzüldüm. Oysa sorunlara takılıp üzülmeyi hiçbirimiz hak etmiyoruz, “Sorun çıkarmayan bilmem ne bey bilmem nereye bilmem ne olmuş, gidip kutlamazsak ayıp olur”.





Ayrıca işin esas püf noktalarından biri de “Yapıyormuş gibi yapmak” durumu ki, bu da NOBEL ödülü getirecek milli bir araştırma problemi sayılabilir.





Size benim tavsiyem aman ha “Akıl sağlığınızı kaybetmeyin, iradenizi de şartlara veya başkalarına teslim etmeyin.”



Adnan Gümüş

5.02.2019 02:13:14

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.


VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI

GÜNÜ FOTOĞRAFI:

RESMİ AÇILIŞISI HİSARCIKLIOĞLU YAPTI

CHP’DEN 23 NİSAN KUTLAMASI