NARENCİYE ENSTİTÜSÜ...

NARENCİYE ENSTİTÜSÜ...

Narenciye ürünleri diye adlandıran turunçgiller Akdeniz ikliminin egemen olduğu Akdeniz-Ege kıyı şeridi ile, Güney Marmara’nın bazı bölgelerinde yetiştirilen bir tarım ürünü olduğunca, yetiştiği bölgelerin adını uluslar arası üne kavuşturmasıyla da önemlidir.

Portakal, limon, mandalina, greyfurt asıl çeşitleri olmakla birlikte, her birinin birçok çeşidi vardır.

Örneğin limonun bilinen lamas, enterdonat, küldiken, lizbon, mayer çeşitleri vardır.

Yine portakalın- mandalinanın, greyfurdun da çeşitlerinden söz etmek olası…

Bölgemiz Çukurova’da, narenciyenin başka bir özelliği de vardır.

Yerel yönetimler cadde, bulvar kaldırımları narenciyenin isim ortağı turunçgillerin turuncuyla ağaçlandırılır. İlkyaz birlikte, kent içerisinde portakal çiçeğinin kokusu ayrı bir haz estirir, diğer bölgelerin kimi zaman şaşkın bakışları arasında çiçekler meyveye durur, meyveler ağaç başında kalır, kimi zaman kebap salonlarının kurtarıcısı olur…

***

Bölgemizde narenciye üreticisi genelde mutsuzdur!

Yıl içerisinde yaptığı masrafın ‘karşılığını’ alamadığından dolayı kimi zaman ‘ağaca’ karşı da acımasızlaşır; kökten keser, bahçeyi tarlaya dönüştürür, kimi zaman kestiği yıllanmış ağaçların yerine yeni bir ürünün fidanlarını eker…

Adana bölgesi sıcak olduğu için, yaz aylarında ‘sulamanın’ ayrı bir yeri vardır. Her sulama elektrik, mazot, emek demektir. Gübre, meyve zararlılarına karşı ilaç diğer masraflar… Tümü bir araya geldiğinde, girdilerin büyümesi, işin en garip olanının da girdilerin çoğunun ilaç, mazot, gübre olduğu düşünülürse; tüm çalışmalar dışalıma gidiyor!

Ülke ekonomisine katkı, ya da üreticinin sevinci…

Bunun için;

‘Girdilerin’ en aza indirilmesi,

Masrafların azalması,

Dışalımla sağlanan ürünlerin yerini yerli ürünlerin alması,

İktidarın sıkça vurguladığı ‘milliliğin’ gerçekleşmesi gerekmektedir.

***

Birkaç gün önce TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Adana Şube Başkanı Abdullah Doğan’ın bir açıklaması vardı.

Açıklamasında yer alan öneriler yalnız bölgemiz narenciye üreticileri için değil, narenciye

İle ilgilenen tüm bölgeleri içine alan bir çalışma isteğiydi…

Doğan açıklamasında ülkemizde birmilyon ikiyizbin hektarlık alanda yapılmakta olan narenciyeden dörtbuçukmilyon tonluk üretim sağlandığını, bunun yarısının dışsatımla elden çıkarıldığını, buradan birmilyar dolar gelir elde edildiğini belirtiyor. Ayrıca üretimin dörtyüz-beşyüzbin hektarlık bölümünün de Adana’da olduğu söyledikten sonra önerisini açıklıyor:

‘Adana’da narenciye enstitüsü kurulmalı…’

Gerekçeleri de şunlar:

Narenciyeyi geliştirmek,

Adaptasyon çalışmaları yapmak,

Zararlılara karşı mücadele sağlamak…

Bölgemizde sert çekirdekli meyvelerde görülen Akdeniz Meyve Sineği’nin zarar vermeyi sürdürdüğünü belirten Doğan şunları söylüyor:

‘Birçok bahçede biyoteknik (tuzak) ve kimyasal mücadele yapılmasına rağmen Akdeniz Meyve Sineği zararlısı ile mücadelede başarı seviyesi istenilen düzeye ulaşamamıştır. Bununda sebebi ılıman geçen kış mevsimi zararlının popülasyonunu arttırmış ve erken zarar vermeye başlamıştır. Akdeniz Meyve Sineği ile mücadelede uzun vadede mutlaka kısır erkek bireylerin doğaya salınımı için çalışmaların yapılması gerekmektedir. Bu yöntem bütün gelişmiş ülkelerde başarılı bir şekilde kullanılmaktadır.’

***

Ülkemizin akademisyenlerine, akademisyenlerin araştırmalarına, araştırmalarının bu ülkenin gerçekleriyle uyum içerisinde ilerlemesine verilecek katkıyı-desteği önemli buluyorum.

‘Enstitü’ denince ‘bir üniversiteye bağlı ya da bağlı olmadan araştırma yapan, kimi zaman öğretime de yer veren eğitim kurumu’ biçimindeki tanımı geliyor.

Burada çalışma yapacak olan araştırmalar her şeyi ‘yerinde’ görme-tanıma olanağına da sahip…

Örneğin ürün girdilerini azaltmak için ‘nasıl daha az gübre, su, elektrik mazot, ilaç kullanarak daha çok üretim yapılabilir?’

Bu sorunun yanıtını ‘narenciye enstitüsü’ verecek!

Bugün Çukurova Üniversitesi’nin Ziraat Fakültesi’nden her yıl birkaç yüz mezunla birlikte, önceki yıllarda mezun olup da işsizlikle boğuşan binlerce eğitimli ‘lisanslı-yüksek lisanslı’ mühendislerin, eğitimini aldıkları ‘bölümlerinde’ uğraş vermeye hazır…

Enstitünün ülke ekonomisi için de önemi yadsınmaz…

İşte o zaman narenciye üreticilerimiz mutlu,

İşte o zaman iktidar ‘milli’ olacaktır!

Oktay EROL

17.07.2018 16:34:22

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.


VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI

GÜNÜ FOTOĞRAFI:

RESMİ AÇILIŞISI HİSARCIKLIOĞLU YAPTI

CHP’DEN 23 NİSAN KUTLAMASI