OBSESİF-KOMPALSİF-TAKINTILI-TUTKUNLUK
Manşet Haber 17.06.2019 11:27:21 0

OBSESİF-KOMPALSİF-TAKINTILI-TUTKUNLUK

OBSESİF-KOMPALSİF-TAKINTILI-TUTKUNLUK

Genellikle “obsessive-compulsive” olarak literatürde yer alır. Türkçe çevirisi problemli bir terimdir; üzerinde görüş birliği sağlanmış çevirisi olduğunu sanmıyorum.

Birçok kaynakta “obsesif-kompalsif” diye orijinalinin Türkçe seslendirilmiş şekline rastlayabilirsiniz; tabii o da doğru yazılmışsa. Örneğin bazı kaynaklarda “kompulsif”şeklinde yazılmıştır; sesli okumaya çalıştığınızda nasıl zorlandığınızı siz de görebilirsiniz.

Yanı sıra, kimi psikiyatri literatüründe “obsession” karşılığı “saplantı”, “compulsion” karşılığı da “zorlantı” dendiğine bile şahit olabilirsiniz. Birlikte, “saplantılı-zorlantılı” oluyor yani. Oysa “saplantı” İngilizce “fixation” sözcüğünün tam karşılığıdır; “obsession” karşılığı “saplantı” dersek, “fixation” karşılığı ne diyeceğiz?

“Zorlantı” ise, aslında üzerinde durmayı bile gerektirmeyecek ölçüde garip bir sözcük; özgün anlamı kesinlikle karşılamıyor. Yaratılan sözcüklere, anlamı karşıladığı ve ses olarak da uyumlu olduğu müddetçe pek itiraz etmem (“bilgisayar” nefis bir örnektir); fakat “zorlantı”, muhtemelen psikiyatristler tarafından, zorlanarak (‘zorlantı içinde’ mi desek?) uydurulmuş bir sözcük olduğundan, tüm garabeti ile karşımıza dikiliyor.

Bazı kaynaklarda ise “obsessive-compulsive” karşılığı “takıntılı-tutkulu” kullanılmıştır. Bu, asıl anlama çok yakın olmakla beraber işleri daha da karıştıran bir çeviri. “Obsession/obsessive” karşılığı “takıntı/takıntılı” demekte hiçbir sorun yok. Fakat “compulsion/compulsive” karşılığı “tutku/tutkulu” demek uygun değil. Zira “passion” karşılığı eski Türkçede “ihtiras” yeni Türkçede “tutku”, “passionate” karşılığı da “ihtiraslı” veya “tutkulu” diyoruz.

Dolayısıyla aynı sözcüğü (tutku/tutkulu) iki ayrı durum/hâl/duygu için (“passion/passionate” ve “compulsion/compulsive”) kullanmak son derece yanlış.

“Obsessive-compulsive” terimine yakından baktığımızda şu çıkıyor karşımıza: Kişi bir düşünceden kendini kurtaramıyor ise, yani sürekli aynı düşünce zihninde dönüp duruyorsa, buna İngilizce “obsession/obsessive”, Türkçe “takıntı/takıntılı” diyoruz.

Bu söz konusu düşünce eyleme de dönüşmek istiyorsa ve kişi bu fiili gerçekleştirmekten kendini alamıyorsa, bu durumda da İngilizce “compulsion/compulsive” deniyor. Bunun Türkçe karşılığı olarak benim önerim “tutkunluk/tutkun”.

Neden bunu tercih ettiğimi şöyle açıklamaya çalışayım: “Tutku/tutkulu” dediğimizde, bir şeyi, somut veya hayali bir objeyi, aşırı şekilde isteme aklımıza geliyor. Oysa bizim sözcüğümüz “compulsion/compulsive”, bir şeyi tekrar tekrar yapmaktan kendini kurtaramama durumunu açıklıyor.

Bir tür esir olma hali yani. Fakat sizi dışarıdan esir eden bir kişi veya güç yok; içinizde karşı koyamadığınız bir yönelim mevcut. Üstelik, bu fiili gerçekleştiren, kişinin kendisi olmasına rağmen, kişi fiile hâkim değil; bir tür “edilgenlik” söz konusu. İşte bu edilgen fiili ve bu fiilden kendini kurtaramamayı, “tutkunluk/tutkun” sözcüğünün gayet iyi karşıladığını düşünüyorum.

“Takıntılı-tutkunluğu” örnekleyerek anlamı biraz daha netleştirmekte yarar görüyorum. Sanıyorum, birçoğumuz hemen her zaman karşımıza çıkan şu klasik örneği biliyordur: Temizlik takıntısı olan biri, daha doğrusu sürekli kirlendiğini düşünen biri, günde örneğin yüz kere elini yıkar. Zihninden atamaz bu düşünceyi (takıntı) ve davranışta aynı şeyi sürekli tekrarlar (tutkunluk).

Ben biraz farklı örnekler vermek istiyorum burada: Üniversite sınavına bir iki kere girip de başaramayan bir kişide üniversiteye girme düşüncesi, takıntı haline gelebilir. Eğer bu kişi, yaşamda var olan diğer alternatiflerin düşünce dünyasına girmesine hiçbir şekilde izin vermez ve sürekli üniversiteye girmeyi düşünürse ve bu takıntıya eşlik eder şekilde sonraki on yıl boyunca sınava girmeye devam ederse burada da tutkunluk vardır. Böyle bir durumda takıntılı-tutkunluk mevcut diyebiliriz.

Bir başka örnek: Aşık olursunuz tutkuyla/ihtirasla. Aşkınızı gerçek kılmak için ilişki kurmaya çalışırsınız. Fakat karşılık alamazsınız aşkınıza. Tutkunuz sönmez bir türlü. Düşüncenizden atamazsınız hiçbir şekilde. Giderek bu kişiyle aşk yaşamak düşüncesi takıntı haline gelir. Sonrasında bunu takiben veya buna eşlik ederek, aşık olduğunuz kişiye defalarca aşkınızı dile getirip karşılık almamanıza rağmen buna devam ederseniz, artık tutkunluk aşamasına geçmiş olursunuz. Bu durumda da gene takıntılı-tutkunluk mevcuttur.

Şu notu da eklemekte yarar olduğunu düşünüyorum: Genellikle tutkunluk, takıntıyla birlikte veya takıntıyı takiben ortaya çıkar. Fakat takıntı tek başına yaşanabilir; illa bir takıntının tutkunluk ile birleşmesi veya tutkunluk şeklinde devam etmesi gerekmez. Bu noktada tutkunluğun da tek başına yaşanıp yaşanamayacağı sorulabilir. Kanımca bu çok zayıf bir olasılık.

Tutkun bir kumarbazı düşünelim örneğin. Kumar oynamaktan kendini alamayan bir kişiyi canlandıralım gözümüzde. İlk bakışta sadece tutkunluk var gibi görünebilir. Fakat, kumar oynamaya ilişkin düşüncede takıntı olmadan davranışta tutkunluğun olması pek mümkün değil sanki. Denebilir ki, bir tür alışkanlık gibi, bu kişi kumar oynamazsa rahat edemiyor, öncesinde ve eşliğinde takıntı olması gerekmeyebilir. Evet ama, böyle değerlendirdiğimizde, kişiyi herhangi bir iç dinamiği olmayan, düşünmeyen ve fakat dış güçlerin tutsağı olarak sadece davranan bir makine gibi görmüş olmaz mıyız?

Üstün Öngel
14 Haziran 2019, Adana

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

31° / 16.7°