SAVUNMA

SAVUNMA

 


Sayın yargıç,

Yaşanan bu elim kaza nedeniyle ben yargılanıyorum. Günah keçisi ben seçildim.

6331 diyor ki:

İş Güvenliği Uzmanları;

- Görevlerini mesleki etik ilkeler ve bağımsızlık içerisinde yürütürler, hak ve yetkileri kısıtlanamaz

- İSG ile ilgili konularda rehberlik ve danışmanlık yaparlar.

-  Mevzuat ve teknik gelişmeler ışığında eksiklik, aksaklık, tedbir ve tavsiyeleri işverene yazılı olarak bildirirler.

- Eksiklik ve aksaklıkların düzeltilmesinden, tedbir ve tavsiyelerin yerine getirilmesinden işveren sorumludur.

Oysa bu davada öncelikle ben gözaltına alındım. Bu kadar suçlunun arasında ben kurban seçildim ve karşınızdayım.

Bu iddianameyi hazırlayan savcıya da sormak isterim:

Türkiye’deki hukuk fakültelerinin sayısı Almanya’nın ve İngiltere’nin üç katı. Anadolu’nun en ücra köşelerine açılmış bu fakültelerde hukukçu yetişir mi? Mezunlar, hukukun üstünlüğünü mü yoksa üstünlerin hukukunu mu savunur?

Yargıyı size bırakıyorum.

Oysa bu davada öncelikle işveren ya da vekili gözaltına alınıp yargılanmalıydı. Eğer benim bir eksiğim varsa işverenin bana rücu etme hakkı zaten yasal olarak mümkündü. Türk Ceza Kanunu uyarınca ise “cezaların şahsiliği” ilkesi uyarınca yargılanır, suçum varsa cezamı çekerdim.

Beni gözaltına alan savcı bunları bilmiyor muydu?

Sayın yargıç,

Ülkemizde yüzlercesi açılmış üniversitelerin yüzlerce bölümünün birisinden mezun oldum.

Evliyim, bir çocuğum var. Evime ekmek götürmek, çocuğuma mama almak zorundaydım. Yani çalışmak zorundaydım. Ancak, mesleğimle ilgili iş bulma şansım sıfırdı.

Hal böyle olunca da gerekli eğitimleri alıp, sınavlara girip iş güvenliği uzmanı oldum.

Bir OSGB de iş buldum. Normal ve fazlası olmak üzere aylık 217 saat mesaiye karşılık bana irili ufaklı elli adet işyeri bağladılar. Söylemeye dilim varmıyor, çok düşük bir ücretle çalışıyorum.

İlk bir ayda, İSG Kanunu ve bağlı yönetmeliklerdeki hükümleri uygularsam bu kadar işyerine hizmet verme şansımın olmadığını üzülerek gördüm.

Başka şeylerde gördüm.

İSG nin üç asli tarafı vardı. Üçü de görevlerini yapmıyordu.

Sorun çok büyüktü ve ancak ve ancak ilgili tarafların (devlet-işveren-işçi) eşgüdüm içinde kararlı çalışmalarıyla çözülebilirdi.

Devlet; yasal düzenlemeleri ve uyulması için her türlü denetimi yapmalıydı.

İşveren, yasal düzenlemelerin gereğini yapmalı, ayrıca teknolojik gelişmeler ışığında her türlü önlemi almalıydı.

İşçiler ise işverenin aldığı tüm önlemlere uyarak çalışmalıydı.

Sözün özü, sorunun çözülmesi için;

'Risk gördüğüm yerde affetmem' diyen bir devlet,

'Risk gördüğüm yerde çalışmam' diyebilen bir işçi ve işçinin bunu diyebilmesi için,

'Risk gördüğüm yerde çalıştırmam' diyebilen işveren gerekiyordu.

Sayın yargıç,

Devlet, İSG ni yönetemiyor. Bilirsiniz; “Ölçemediğinizi denetleyemezsiniz, denetleyemediğinizi yönetemezsiniz”.

Devlet, ILO sözleşmeleri ve AB müktesebatına uyum bağlamında gerekli yasal düzenlemeleri yapmış. Ancak bu mevzuata uyulması için denetim yapmıyor. Yapamıyor değil, özellikle yapmıyor.

Modaya uyarak “proaktif denetim” diye bir kavram üretmişler. Diyorlarki:Bizim amacımız ceza vermek değil, eğiterek bu denetimleri yapacağız.

Oysa denetimin proaktifi olmaz. Denetlersin, işverene gerekli cezaları yazarsın. İşveren bu cezalardan kaçınmak için proaktif davranır. “Önlemek ödemekten iyidir, ucuzdur” mantığıyla gerekli önlemleri önceden alır. İSG profesyonellerinin en iyisini arar bulur.

Dünyada iş güvenliği uzmanlarının A, B, C olaraksınıflandırıldığı tek ülke Türkiye’dir. Bunun da, iş müfettişleri bağlamında ayrı bir hikayesi vardır ama değinmeyeceğim.

İşte bu A, B, C sınıflandırması yüzünden sistem bir türlü oturmadı ve iş güvenliği uzmanlığına ilişkin olarak yayımlanan yönetmelik ve sonraki değişikliklerin tümü ya iptal edildiya da yürürlüğü durduruldu.

Tarih boyunca İSG nin bir sorun olarak görülmesi ve ele alınması, “insana verilen değere” göre değişmiştir. Bu anlayış günümüzde de aynen geçerlidir ve Soma faciasından sonra devletin başbakanı tarafından. “Ölümler bu işin fıtratında var” denilerek ifade edilmiştir.

Ve yine bu güzelim ülkenin Diyanet İşleri Başkanlığı “bu kadar tedbire gerek yok, biraz da Allah’a güvenelim” içerikli Cuma vaazı hazırlamış, kamuoyunun tepkisi üzerine web sitesinden çekmiştir.

Soma’dan sonra ilk kez iş kazalarından sonra ölenler şehit ilan edilmiştir.

6331 diyor ki:

İşverenler işyerlerinde;

-İSG nin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak,

- Araç ve gereçleri noksansız bulundurmak,

-  Alınan İSG önlemlerine uyulup uyulmadığını izlemek, denetlemek, uygunsuzlukları gidermek,

- İşçileri mesleki riskler, alınması gerekli tedbirler, yasal hak ve sorumlulukları konusunda bilgilendirmek,

-  Gerekli İSG eğitimini vermek,

- İşçiler de İSG konusunda alınan her türlü önleme uymak,

zorundadırlar…

İşverenler ne Yapıyor?

-  Riskleri alt yüklenicilere transfer ediyorlar.

- Sigortasız çalıştırma.

-  12 saat mesai.

-  Örgütlenme özgürlüğü yok

-  Risk değerlendirmesi, acil durum eylem planları yapılmamış ya da göstermelik.

-  İş ekipmanlarının periyodik kontrolları yaptırılmıyor ya da göstermelik yapılıyor.

-  İSG eğitimleri kağıt üzerinde, vb. vb.

İşverenler İSG ni bir maliyet unsuru olarak görüyorlar.

Zaten onlardan bir şey beklemiyorum.Onlar, kredi garanti fonundan aldıkları 250. 000,- TL yi harcamakla meşguller.Onlar, beş yılda bir çıkarılan vergi ve SGK prim aflarıyla kendilerine kalan paralarla servet yapıyorlar.

Bu koşullarda iş kazalarının önüne geçmek mümkün değildir. Bu kazalar olacaktır. Meslek hastalıkları tespit bile edilemiyor.

Çünkü iş kazası; ani bir hareket sonucu gerçekleşirken, meslek hastalığı zamanla oluşmaktadır. Yılda tespit edilen meslek hastalığı sayısı 500 ü geçmemektedir. Meslek hastalığına yakalanan işçiler ‘vadesiyle öldüğü’ için işyeri hekimleri ve işverenler için problem oluşturmuyor.

Bu kabak iş güvenliği uzmanlarının başında patladı. Bir iş kazası olduğunda ilk gözaltına alının kişi iş güvenliği uzmanı olmaktadır.

Sayın yargıç,

İş güvenliği uzmanları devlet-işveren-OSGB şeytan üçgeninde boğulmaktadır. İşte bu şeytan üçgeninde ben tetikçi olarak görev yapmaktaydım. Yani görünen suçlu bendim.

Devlet, kendisi denetim yapmıyor. Sonra bana dönüp: 'Affetme, yoksa seni yakarım' diyor.

İGU ları;İşverene bildirdiği İSG tedbirlerinden hayati olanlar, belirlenecek makul bir sürede yerine getirilmezse, Bakanlığa bildirmek zorundadır. Bildirmez ise; belgesi 3-6 ay askıda.Bildirirse ekmeği askıda.

Çalışanın ölümü/maluliyetiyle sonuçlanacak iş kazası/ meslek hastalığının oluşmasında ihmali tespit edilirse; yetki belgesi altı ay süreyle askıya alınır.

İşveren: 'Görmezden gel' diyor.

-  Kapımda binlerce insan iş bekliyor, sen hangi önlemden bahsediyorsun?

- Tedbir, tedbir, tedbir. Sen başka şey bilmez misin?

- Onaylı deftere yazma kardeşim, resmi belge olur.

-  Ne eğitimi kardeşim, sen bir gün iş bıraktırmanın maliyeti nedir, bilir misin?

- İş kazasının nedenini, 'dikkatsiz davranış' yazalım.

OSGB: 'Görmeyiversen ne olur?' diyor.

-  Sen de idare et, kardeşim!

- Zaten bu işi bağlayıncaya kadar anlımızın damarı çatladı.

-Böyle hareket edersen işveren seni istemiyor.

- Doğrucu Davut olursak, OSGB ni kapatmak zorunda kalırız. Buradan ekmek yiyen insanları da düşün.

Bu baskılar altında biz uzmanların yapacağı tek şey vardır: Kâğıt üzerinde uzmanlık.

- Görmeden gitmeden, kopyala-yapıştır risk analizleri ve acil durum eylem planları hazırlama

-  Toplanmış gibi gösterilen İSG kurulları

-  İş kazalarının saklanması ya da suçu işçiye yüklemek.

- Yapılmayan eğitimlerin kayıtları

Biraz da iğneyi kendimize batırayım.

-  Diploma kiralama

- Sadece firma adı değiştirilerek yapılan (kopyala- yapıştır) risk değerlendirmeleri

-  Komisyonculuk

-  Ticari/diğer kişisel kaygılarla, yeterli olmadıkları alanlarda da, mesleki hizmet vermeleri.

- Çok kazanç, yüksek statü, vb. güdülerle çalışmalarda standardı düşürmeleri.

Bizim davranışlarımızda; aklımızla duygularımız arasındaki uyuşmazlığın nedeni, ahlak ile kişisel çıkarı bağdaştırma sorunudur! Bu sorunun nedeni ise düşük ücretlerdir.

İş kazası geçirmiş ve gerçekte eğitim almadığı halde almış gibi gösterilmiş bir çalışanın mağduriyetinde vicdanımız sızlamalıdır.

Toplum çıkarları her zaman; kendi kişisel, meslektaş/meslek grubumuzun çıkarlarının üstünde yer almalıdır.

‘Gavurun’ ekmeğini yeyip, mazluma kılıç çekmemeliyiz.

Sayın yargıç,

Bu sistemde ne iş kazaları ne de meslek hastalıkları önlenir. Sistemi oluşturan unsurlar; devlet, işveren, işçiler ve İSG profesyonelleri (iş güvenliği uzmanları, işyeri hekimleri, diğer sağlık personelleri) kendilerine göre haklı ya da haksız nedenlerle bu işi istisnalar hariç “mış” gibi yapıyorlar. Ben de “mış” gibi yapanlardan biriydim ve şimdi karşınızdayım.

İşte size İSG alanında sahada yaşananlar. Aklımın erdiğince, dilimin döndüğünce anlatmaya çalıştım.

“Yargıçlar, yazılı kurallar ve vicdanı ile hareket ederler” diye duymuştum.

Gayri karar sizindir.

10 Aralık 2017

Mahmut TEBERİK

Mahmut TEBERİK

11.12.2017 00:00:11

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.


VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI

GÜNÜ FOTOĞRAFI:

RESMİ AÇILIŞISI HİSARCIKLIOĞLU YAPTI

CHP’DEN 23 NİSAN KUTLAMASI