Solun haline bakıp efkârlanmak ya da devrimciliğin gereğini yapmak

Solun haline bakıp efkârlanmak ya da devrimciliğin gereğini yapmak

Düşman kapıya dayanmıştır. Uyuyan, harekete geçen İslamcı terör gruplarının bir sonraki hedefinin ne olacağını bilemiyorsak ve ancak hedef vurulduğunda anlayacaksak, şimdi, şu an, hemen kapıdaki düşmanı bertaraf edecek politik-örgütsel bir hamle gerçekleştirilmelidir. Durum tespiti yapmak, durumu değiştirme iradesi gösterilmeyeceği anlamına gelmemeli. Yoksa çok öleceğiz, bu kesin

 

Memleketin ve solun haldeki durumuna bakıp efkârlanıyoruz. Memleket bu kadar ateşe düşmemiş, sol bu denli çaresiz kalmamıştı. Efkârlanmamak elde değil. Yaşananlar canımızı acıtıyor; acıya katlanmaya çalışıyoruz sadece. Sadece ölenlerimizin peşinden ağıtlar yakıyor, kendimizin bile inanmadığı sözler veriyoruz.

Efkârlıyız. Çünkü arkadaşlarımızı, insanlarımızı birer ikişer-onar yüzer kaybediyoruz. Bir mitingde toplanıyoruz, bir otobüs durağında birikiyoruz, birileri gelip öldürüyor bizi; işe giderken, işten dönerken, servis aracı beklerken, Taksim’de aylak aylak gezerken birilerinin bizi öldürmeye karar verdiğini, fünyeyi çektiğinde anlıyoruz.

Efkârlıyız. Çünkü ne zaman, kimin tarafından öldürüleceğimizi bilmiyoruz; buna başkaları karar veriyor.

Efkârlıyız. “Ölüm, nereden ve nasıl gelirse gelsin” diyebilecek politik irademiz yok çünkü. Birileri tetiğe basıyor iş bitiyor, birileri bomba patlatıyor iş bitiyor.

Bakmayın basın açıklamalarındaki, sosyal medyadaki caka satmalara, aleni korkuyoruz. Siyasilere, katliamları kınamakla yetiniyorlar diye çemkiriyoruz ama farkımızın olmadığını akla dahi getirmiyoruz. Biz kınamaktan başka bir şey yapıyor muyuz ki?

Ali İsmail’i öldürdüler, Hasan Ferit Gedik’i öldürdüler, Nuh Köklü’yü öldürdüler, Bahadır Grammeşin’i öldürdüler; oruç tutmadığımız için sokaklarda lince uğruyoruz, sokaklarda polis şiddetine maruz kalıyoruz; Aleviler, laikler ulu orta yerde dayak yiyor; yalanın, sahtekârlığın bini bir paraya satılıyor, alıcı da buluyor. Biz kınamaktan, adliye önlerine birikmekten, basın açıklaması yapıp dağılmaktan, geceleri de sosyal medyada birbirimize caka satmaktan, “TT” olmaya çalışmaktan, olduktan sonra da huzur içerisinde yastığa başımızı koyup hülyalara dalmaktan başka ne yapıyoruz? Kapalı salon toplantılarından, devşirme kalabalıklardan, “ordusuz general”lerden, açıkçası kendimizi kandırmaktan bıkmadık mı?

Diğer yanağını dönen İsa gibi olduğumuzun farkına varmanın yarattığı güven kaybının, “saflarımızdaki hatalı eğilimler”den daha ağır sonuçlara yol açtığını göremiyoruz. Görüyoruz belki de, belli etmiyoruz. Belli etsek, “hadi o zaman, gereğini yerine getirmek için ne duruyorsun” demelerinden çekiniyoruz. Aleni maçamız yetmiyor.

Birileri burun mu kıvıracak, dudak mı bükecek, küçümseyecek mi, hakir mi görecek varsın görsün diyemiyoruz; diyenlere ise mahallenin delisi muamelesi yapmakta beis görmüyoruz. Hata yapmak istememenin bir şey yapmamaya tercih edilmesi, derin çaresizlik ve güven kaybından mı kaynaklanıyor? Yoksa yıllardır, düzen içi sınırlara hapsolmuş solculuk oynamaktan mı?

Bakmayın aklıselim durduğumuza, aleni aklımızı yitirecek noktaya sürükleniyoruz. Ölüm korkusunun paranoya halini alması an meselesidir; çizgiyi ne zaman geçtiğinin farkında bile olamaz insan.

Efkârlıyız. Çünkü kendi kaderimizi kendimiz tayin etmiyoruz. Hayatımızı belirledikleri gibi şimdi de nasıl, nerede, ne şekilde öleceğimize karar veriyorlar.

Bu kadar efkâr yeter. Dizlerimizi döverek yaşamayı beceremeyiz, ah çekerek kötülükleri başımızdan savamayız. Biz dizlerimizi dövdükçe kafamıza inen sopaların şiddeti artıyor, biz ah çektikçe kötülükler etrafımızı daha bir kuşatıyor.

Ama bu kadar efkâr yeter hakikaten de. Efkâr ettiğimiz memleketin değil sadece, solun da halidir; solun efkârını dağıtmak memleketin de huzura ermesini sağlayacaktır. Sağlamayacağını düşünen varsa fena halde yanıldığını söylemeliyim.  70’li yıllarda, iç savaş ortamında, faşist terörün kol gezdiği, günde 10-15 kişinin öldürüldüğü, faşistlerin kitle katliamlarına kalkıştığı zaman diliminde yaratılan bir başka huzuru hatırlatmalıyım.

Huzuru ancak devrimciler sağlayabilir. Çünkü devrimcilik nasıl yaşayacağına ve nasıl öleceğine insanın kendisinin karar vermesidir. Çünkü devrimcilik dönemin gereğini yerine getirmekten ibarettir. Çünkü devrimcilik karşı devrimin saldırısına anladığı dilden yanıt verecek örgütlenmeyi yaratmak kadar sade ve anlaşılabilir bir şeydir.

Yapılan değerlendirmeler, politik analizler, öngörülü yaklaşımlar su götürmezdir. Her biri doğru ve değerlidir. Ama düşmanın kapıya dayanmasına kadardır, ondan sonrası yoktur.

Düşman kapıya dayanmıştır. Uyuyan, harekete geçen İslamcı terör gruplarının bir sonraki hedefinin ne olacağını bilemiyorsak ve ancak hedef vurulduğunda anlayacaksak, şimdi, şu an, hemen kapıdaki düşmanı bertaraf edecek politik-örgütsel bir hamle gerçekleştirilmelidir.

Buna muktedir olmadığımız sır değil. Yıllardır egemen sol zihniyetin tahakkümü altında, edilgen bir sol inşa edildiği de çok açık. Durum tespiti yapmak, durumu değiştirme iradesi gösterilmeyeceği anlamına gelmemeli. Yoksa çok öleceğiz, bu kesin.

Düşman kapıda; bırakalım yol açtığı acıları, yeni bir Suruç’u, yeni bir 10 Ekim’i Türkiye solunun kaldırabilmesi mümkün değildir. Tahkimatı buraya kuracağız o zaman; kendimize ve kitlelerin sola güvenini tesis edeceğiz öncelikle. Beceremezsek bunu, devşirme kalabalıkları, sosyal medya kahramanlarını bile bulamayacağımız bilinmelidir.

Hayata dönelim, ölmek ve efkârlanmak istemiyorsak hayata dönelim.

Hayat bize, ‘özsavunma hattını oluşturun’ diye emrediyor. Anadolu topraklarında, özsavunma hattının ne anlama geldiğini bilen sol bir damar mevcuttur; Devrimci Yol’dan mirastır bu bize.

adanaulus

7.07.2016 02:33:31

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.


VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI

GÜNÜ FOTOĞRAFI:

RESMİ AÇILIŞISI HİSARCIKLIOĞLU YAPTI

CHP’DEN 23 NİSAN KUTLAMASI