SORMA HAKKIMIZ VAR MI?
Manşet Haber 17.02.2020 18:18:45 0

SORMA HAKKIMIZ VAR MI?

SORMA HAKKIMIZ VAR MI?

Yeğenim Şirvan’ın adını Leon koyduğu kahverengi tekir kedimiz yarı zamanlı olarak bizimle yaşarken, onun için balkona koyduğumuz mama ve sudan faydalanan başka kediler de gelip gidiyordu.

Her birine başka bir isim verdik, tanımak için. Grili beyazlı olanı, balkon duvarında dururken, içeriden cama vurunca olduğu yerde irkildi, bir daha vurdum yine irkildi, heyecanlı oluşu hoşuma gitti bir defa daha cama vurdum yine zıplayınca adını Titrek koyduk.

Titrek arada bir gelip, Leon’un mamasından yiyordu. Birgün sitenin bahçesinde dolaşırken Titrek’i yan blokun duvar kenarında gördüm. Yanında üç tane yavru vardı. Beni görünce yavrunun her biri bir yana koştu, sonra öteki blokun zemin kat penceresinden girip, cam arkasından beni izlemeye başladılar. Korkmuşlardı. Sevmek için biraz yaklaşınca anneleri tıslamaya başladı. Vazgeçtim. Eve gelip, plastik bir kaba mama koyup, yavrulara götürdüm. Ben ayrıldıktan sonra anneleriyle birlikte yediler.

Ertesi sabah balkon kapısını açtığımda ne gördüm dersiniz, Titrek üç yavrusunu alıp, bize getirmişti. Balkonda koşturup duruyorlardı. Beni farkedince balkona çıkmak için merdiven diye kullandıkları ağaçtan hızla bahçeye kaçtılar.

Ama sonra yine geldiler. Sitenin önünde çete gibi dolaşan köpeklerden korkuyorlardı. Bizim balkon onlar için iyi bir korunaktı.

Yavrular ve anneleri için, balkonda duran, kışın kullanmadığımız tahta masa üzerinde ev yaptım. Gündüz açık bölümde gece de soğuktan korunmak için içeride yatıyorlardı.

Ancak hem anne hem de babaları sokakta büyüdüğü için, belki de hep itilip kakıldıklarından dolayı, korkudan kaynaklanan saldırgan tavır içindeydiler. Bu yüzden yavrular da aynı davranıyordu.

Yavrulardan ikisi beyaz üzerine siyah benekli, diğeri ise siyahı daha fazla, alacalı bulacalıydı.

İki hafta kadar o şekilde yaşadılar. Keyifleri yerindeydi. Mamalarını aksatmadan veriyorduk. Üçünün birden annelerinden süt emmeleri görülmeye değerdi. Biri alta kayıyor, öteki üste çıkıyor, didişip duruyorlardı.

Birgün hepsi birden yok oldu. Merak ettim, çevreyi araştırdım, yan taraftaki sitenin bahçesinde buldum. Anne, baba ve çocuklar hep birlikte oraya taşınmışlardı. Zaten baba pek uğramıyordu. Üstü başı kir pas içinde, bakımsız bir kediydi. Ama anneleri temizdi.

O gün hava çok soğuktu. Beyazlardan birini apartman duvarının dibinde titrerken gördüm, üşüyordu, belki de hastaydı. Zaten bir daha da göremedim. Ölmüştü.

Ertesi gün anne ve iki yavrusu yeniden bizim balkona taşındı. Sevindik. Mama verdik. Evlerini daha bir düzenledim. İki katlı yaptım. “Hadi bakalım iyisiniz, hem yazlık hem kışlık villanız var artık” diyerek takıldım.

Yavrulardan beyaz olanı minicik ağzını açıp “bığğğğ” diye bir ses çıkardı, beni korkutmak için. Güldüm. “Boyuna posuna bakmadan, yaptığına bak şunun” dedim. Ama o bunu hep yaptı. Ne o, ne de kardeşi kendini sevdirmedi. Anneleri ise balkon kapısını açtığım anda kaçıyordu. Oysaki kötü davranmıyorduk.

Havanın çok yağmurlu olduğu akşam bahçeden kedi miyavlaması gelince balkona çıkıp baktım, yavrular bahçedeydi. Sanırım tuvaletlerini yapmak için inmişlerdi. Anneleri bunu öğretmişti onlara. Bir defa dışında balkona hiç yapmadılar.
Ertesi gün koyu renkli yavruyu göremedik. Anne Titrek, onlar için yaptığım yuvada beyaz yavrusuyla daha fazla sıkıfıkıydı. Yanından hiç ayrılmıyordu. Bahçeye çıkıp, öteki yavruyu aradım, yoktu.

Balkondan bahçeye indirdiğim çiçek saksılarından biri karşıdaki bloğun duvar dibinde duruyordu. Kimin götürdüğünü merak ettim. Merakımı üçüncü kattaki, köpeği olan komşumuz giderdi. Meğersem koyu renkli yavru kedi ölmüş. Belki soğuktan dondu, belki de köpekler boğdu. Sabah, birinci kattaki köpeği ve kedisi olan diğer komşuyla birlikte duvar dibine gömüp, sokak köpekleri çıkarmasın diye de saksıyı üzerine koymuşlar. Üzüldüm.
Üç kardeşten yalnızca beni “bığğğğğğ” diyerek korkutmaya çalışan kaldı şimdi. Ne zaman yaklaşıp sevmeye kalksam aynı hareketi yapıp, kaçıyor. Annesi de gelmez oldu. Baba zaten baştan kayıp. Bazen yavru için koyduğumuz mamadan yemek için gelip, ufaklığı kontrol edip, gidiyorlar.

İnsanlardan hiçbir farkları yok. Sahip çıkan olursa sıcacık evlerde el bebek gül bebek, yoksa sokaklarda Allah’a emanet..
Deme hakkımız var mı hiçbirine, “sen neden böylesin?” diye.. Sormaz mı bize, “Benim için sen ne yaptın ki?” diye..

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°