TEK
Manşet Haber 12.12.2018 13:57:11 0

TEK 'İTTİFAK' BİRLİKTE YAŞAMAK OLMALI...

TEK 'İTTİFAK' BİRLİKTE YAŞAMAK OLMALI...


Tek ‘ittifak’ birlikte yaşamak olmalı…





‘İttifak’, birlikte hareket etmek üzere sözleşme, anlaşma anlamına geliyor.





Gruplar, devletler, ya da siyasi yapıların bir araya gelmesi, birlikte hareket etmeleri, diye tanımlanıyor…





Grupların, devletlerin, siyasi yapıların ‘daha önce’ akla gelmedik biçimde, ‘o güne’ değin savundukları ilkeleri yerle bir etmek pahasına, ‘ideolojilerinin’ talanı bilinmesine karşın ‘birlikte hareket etmek üzere’ anlaşmak…





Düne değin dünya görüşleriyle, insana bakışlarıyla, doğaya davranışlarıyla, bilime-sanata-inanca gönül verişleriyle ‘aynı’ düşünceler taşımayan ‘bir ya da daha çok’ farklı sesin birlikteliği…





Aynı ülke içerisinde birlikte yaşamaları, var olmaları olası, ancak ‘aynı ittifakta’ bulunmaları çağdışı…





Aynı ülke içerisinde, bir başka ‘bir ya da daha çok’ sesin engellenmesi için kamplaşmak çağdışı…





‘İttifak’ bu değil mi?





***





Sistem savunucusu siyasi yapılarla, sistemin yanlışlarının ortaya çıkardığı siyasi yapıların bir seçim öncesinde ‘ittifak’ adı altında, ülkede ‘kamplaşma’ oluşturacak biçimde ortaya çıkması salt ülkenin siyasetine değil; eğitiminden, ekonomisine, toplumsal yaşamına değin birçok yanlışlara gebe oluşunu gösterir.





Dünü yeniden yaşamak olanaksız!





Ancak ‘dünden’ deneyimler çıkarmak, dersler almak olası…





Ayakta ‘dik’ duran toplumların önemsedikleri, uygulama gereği duydukları ‘ilk’ koşula baktığımızda ‘hep’ özgürlükleri, bilimi, eğitimi, ideolojiyi, toplumsal duruşu görürüz…





Bugün söylenenler nasıl ‘önem’ oluşturmaktaysa, dün söylenenler de ‘önem’ oluşturmalıdır!





Eğitimin, bilimin, toplumsal yaşamın, özgürlüklerin yaşandığı yerde bu ‘böyle’ olmalıdır!





Dün, ağza alınmayacak ya da, havadan yere indirmeyecek sözler söyleyenlerin ‘tam tersi’ tutum içerisinde olması ‘salt’ o siyasi yapının değil, toplumun büyüyen yarasıdır!





Şimdi, böylesi siyasi yapıların bir araya gelerek ‘ittifak’ oluşturmasının anlamını bilen var mı?





***





Biri adına ‘cumhur’ dedi, diğeri ‘millet’…





Yurttaşın, bu gruplardan ya da ‘ittifaklardan’ birinin içinde kendine yer bulması istenecek…





‘Cumhur’ ile ‘millet’ birbirinden ayrı, birbirinden bambaşka gibi…





Biri ‘halk’, diğeri ‘ulus’…





Halkı ulustan, ulusu halktan ayrı yereler koymak, halkı ulusa yabancılaştırmak öyle mi?





Halkın gözünde ulusu ‘zulüm’ olarak görmek, ‘zulmünden kurtaralım’ demek; ne demek?





‘Zulüm’ ne mi?





Karanlık, adaletsizlik, baskı, şiddet, hak yeme, eziyet… 





Dinsel olarak…





İnsana yapılan baskı, haksızlık, küfür, şirk, isyan…





Fazla ilerilere gitmeden, şu onbeş-yirmi yıl öncesinden bu yana yaşananları anımsayalım isterseniz…





Bir yandan iktidar, bir yandan şu aralar ‘düşmen kardeş’ olan cemaat bu ilkenin insanalrına neler yapmadı öyle? Gecenin bir yerlerinde, kapıları zorlanarak girilen evlerinden alınan, alınmakla kalınmayıp ‘akıl alamaz’ suçlamalar yüklenen, medyasında destek bulan, televizyonda çığırtkanlarınca saatlerce konuşulan, o yalan ‘zulmünü’ unuttuk mu?





Bu ülkenin en duyarlı sayılan noktalarına girilen, bu ülkeseverlerini ‘hayınlıkla’ suçlayan, suçlananların yakınlarına yaşatılan acıyı, acılarının işkenceye, ‘zulme’ dönüştüğü süreci unuttuk mu?





Unutmayalım elbette…





Bu ülke cumhurun, milletin…





Bu ülke halkın ulusun…





***





Bir seçim öncesi yapılan ‘ittifak’, genel seçim sonrası yapılacak olan ‘koalisyona’ benzetilmemeli…





Bir cumhurbaşkanlığı seçimi gibi, ikinci barajı ‘gerek’ gören seçimle de karıştırmamalı…





Birinde siyasi partilerin genel başkanları ya da üst düzeyde bulunanlar ister, adı ‘ittifak’ olur. Diğerinde partisinden bağımsız, ‘ikisi arasından birini’ seçmeyi yurttaşın kendisi ister, adı ‘özgür istenç’ olur!





‘İttifak’ hep ayrıştırma biçiminde oluşmasına karşın, ‘özgür istenç’ birleştirici ödevi görmüştür!





Bazı yerlerde yerel seçim adayları belirlenirken, ‘cumhur’ ya da ‘millet’ ittifakı diye bilinen yapıların yurttaşa yansıttıkları tutum baştan bu yanan içimi acıtıyor. Yalnız benim değil, toplumun her katmanının adına yetki verilmiş bir güç gibi kendilerini göstererek ‘karar’ verebileceklerini sanıyorlar.





Yaşadığım kent Adana… Daha hangi siyasi partinin aday göstereceği, hangilerinin ‘kiminle’ birlikte hareket edeceği belli değil! Büyükşehir’de işbaşında bulunan belediyenin kamuoyunda gücünün düşüklüğünden söz edilirken, aynı ‘ittifak’ içinde olan iktidar partisinin seçmeni ‘Adana da birinci parti olmalarına karşın aday çıkarmamayı’ doğru bulmuyor.





 Doğru da değil!





***





Doğru değil!





Doğru olanı, seçmeni ‘özgür istencine’ bırakmak…





Öyle güzel, öyle güneşli, öyle ilkyazı bol bir ülkede yaşıyoruz ki; bu ülkenin varsıllıkları, doğası, iklimi, toprağı, insanı, kuşları, böcekleri birbiriyle bütünleşmiş, birbiriyle ‘ittifak’ içerisinde yaşamayı, acılanmayı benimsemiş…





Bu ülkede bulunan her şeyi kendi doğasına barakalım; neden mi?





Tek ‘ittifak’ birlikte yaşamak olmalı…



YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°