VİRÜS: YABANCILAŞMA?

VİRÜS: YABANCILAŞMA?

Mehmet Ali Erbil, 2 Temmuz 2019'da 258 gün hastanede yattıktan sonra taburcu olmuş. 'Toksik şok' dedikleri 'rahatsızlığı” neredeyse yirmi yıldır yaşıyor. Temmuz 2002'de bu konuya ilişkin aşağıdaki yazıyı yazmıştım ve Bilim ve Ütopya adlı dergide yayımlanmıştı. Güncelliğini koruyor, o nedenle paylaşıyorum.

VİRÜS: YABANCILAŞMA?
Hekimlerimiz Mehmet Ali Erbil'in hastalığının ne olduğunu bulamamışlar. 'Toksik şok' diye tanımladıkları bu nadir görülen rahatsızlığa neyin sebep olduğunu da bilmiyorlar.
Bir virüs ya da bakteri olabilirmiş. Her gün yapılan kan tahlillerinde bir türlü bulunamayan, ama yine de var olduğu sanılan bir virüs. Herhalde buna dense dense spekülatif hekimlik denir. Bulamadık ama bunu yapan olsa olsa bir virüstür. Ya da bakteri. Ya da başka bir şey.
Anlamam nedendir, bilimsel bir kimlik kuşanmış insanlar bilmedikleri bir şeyle karşılaştıklarında bunu kabul etmezler. 'Bilmiyorum' demek ayıp sanki. Ya da statüleri bozan bir şey. Nasıl da yapışmışlar statülerine, kimliklerine. Çaresiz kaldıkları noktada kendileri spekülasyon üretme hakkına sınırsızca sahipken, alternatif açıklamalar sunanları ve tedaviler uygulayanları anında bilim dışı veya şarlatan ilan ediverirler.
VARSAYIMLAR, VARSAYIMLAR...
Sadece Mehmet Ali Erbil'in durumu değil, tıbbın nedenini ve dolayısıyla tam çaresini (tedavisini) bulamadığı sayısız rahatsızlık var. Bir örnek migren. Hekimlerin migrenli insanlara söyledikleri tek şey, hayatları boyunca bu illetle birlikte yaşamak zorunda kalacakları. Yaptıkları da, sadece kriz anlarındaki acıyı hafifletmeye yarayan ilaçları vermek. Ötesi değil.
Ellerinde hiçbir somut kanıt olmamasına rağmen, tutturmuşlar bir genetik. Migrenin genetik bir hastalık olduğu varsayımını, bilimsel bir doğruymuş gibi öne sürüp duruyorlar.
Birinci elden deneyimlerim son derece sinir bozucu. Aynı zamanda migrenleri olan, ama migrenleriyle ilgili değil de psikolojik sorunlarıyla ilgili bana başvuran ve kendilerine yardımcı olduğum biri erkek üç üniversite öğrencisinden ikisinin bir yıl içinde migrenden tamamen, birinin kısmen kurtulmuş olmaları, bu gençlerin bir yıl boyunca migrenle ilgili tıbbi kontrollerini yapan nörolog için neredeyse hiçbir şey ifade etmiyor. Migrenden tamamen kurtulmuş oldukları dönemde bile, kontrollerde bu gençlere migrenin genetik bir hastalık olduğu ve ömürleri boyunca bunu yaşayacakları ısrarla söyleniyor.
Hekimlerin spekülasyonlarına başka spekülasyonlarla karşı çıkacak değilim. Bir iddia peşinde de değilim. Tek dileğim, bilgimizin yeterli olmadığı durumlarda, 'bu genetiktir' şeklinde kesin yargılar geliştirmektense, farklı anlama/açıklama biçimlerine bir nebze açık olmak.
Son yıllarda müthiş bir ivmeyle, çoğu nedeni bilinmeyen rahatsızlık, başta psikolojik rahatsızlıklar, genetik nedenlere bağlanıyor. Oysa onca gelişmeye rağmen, henüz bu rahatsızlıkların genetik nedenleri olduğuna dair tek bir kanıt mevcut değil. Varsayımların bini bir para. Varsayımlar ve kanılar, bilimsel bilgiymişçesine ortalıkta boy gösteriyor.
YABANCILAŞMA
Mehmet Ali Erbil'in yaşadığı toksik şokun, hekimlerin nedenini bir türlü bilemedikleri ve bu satırları yazdığım sırada henüz bulamadıkları toksik şokun, psikolojik bir olgu olma ihtimali üzerinde kimse durmuyor. Oysa, Erbil'in yaşadıkları herkesin gözü önünde cereyan ediyor. Üvey babasıyla ve öz annesiyle çocukluğunda yaşadıkları, kendisi tarafından ayrıntılarıyla herkesle paylaştığı bir bilgi.
Erbil, bu 'örselenmelerin' zihinsel ve duygusal 'temizliğini' yapmış olduğu izlenimi yaratmıyor doğrusu. Şöhretin insanlara neler yapabileceği de herkesin malumu. Son zamanlarda belirgin bir durgunluk/donukluk hissediliyor Erbil'in 'ekran görüntüsünde'. Bir insan geçmişte yaşadığı örselenmelerin hesabını hakkıyla gör(e)mezse ve güncel yaşantılarında da kendi bedenine ve ruhsal/zihinsel dünyasına oldukça acımasız davranırsa, fiziksel ve ruhsal/zihinsel bir tepkinin (çöküntünün) de ortaya çıkması çok şaşırtmamalı kimseyi.
Ebru Gündeş'in genç yaşta beyin kanaması geçirmesi, üstelik onun da çocukluğunda Erbil'inkine benzer örselenmeler yaşamış olması, Beyaz'ın geçen yıl hafif atlatmış olsa da, hastanelik olmasını gerektirecek düzeyde bir sıkıntı geçirmesi, hep şöhretle beraber gelen şeyler sanki. Dikkat çekici görünüyor bana hepsi.
Her birini, 'yabancılaşma' kavramıyla ele almak mümkün gibi. Önü açık ve çok çeşitli açılımları olan 'yabancılaşma' kavramını burada uzun uzadıya irdelemeyeceğim. Fakat bu yazıda odaklandığımız konu itibariyle, yabancılaşma için, insanın, bilhassa duygusal çalkantıların yoğun olduğu dönemlerde, bu duyguları 'rafa kaldırması' diyebiliriz.
Duygularımız, geçmişten bugüne deneyimlerimizle biriktirdiğimiz duygularımız, biz ne kadar rafa kaldırırsak kaldıralım, bizi rahat bırakmazlar. Günün birinde hiç beklemediğimiz bir anda, tam söze dökülemeyecek karmaşıklıkta, parçalarına ayırmanın neredeyse imkânsız olduğu bir formda, sökün ediverirler. Genellikle de fizyolojik belirtilerle birlikte geldikleri için ve hekim müdahalesi de gerektiği için, bu psikolojik-duygusal boyuta kimse dikkat etmez.
Bu 'kriz' atlatılırsa -ki Kemal Sunal örneğinde gördüğümüz üzere, bazen bir kalp krizi, bir beyin kanaması, ölümcül de olur-, sorun da atlatılmış kabul edilir. Oysa her an tekrarı olabilecek bir şeydir bu.
Migren olsun, Erbil'in yaşadığı 'toksik şok' olsun, diğer çeşitli nedeni bilinmeyen fizyolojik belirtileri olan rahatsızlıklar olsun (dar tutarsak, bazı cilt rahatsızlıkları, baş ağrıları, geniş tutarsak, astım, alerji, ülser/gastrit, hipertansiyon, migren, kanser vb), tüm bunlar neden insanın büyük ölçüde psikolojik dünyasında olan bitenlerle alâkalı olmasın? Aranan 'virüs' belki de 'yabancılaşma'.
Ama tam da bu yabancılaşma çağında, yabancılaşma olgusunu veya genelde psikolojik olguları kavramaya yönelik bir duyarlılığa pek kimsenin sahip olacağını sanmıyorum. 'Onlar' gene büyük olasılıkla olmayan virüsü veya bakteriyi laboratuvarlarda aramaya devam edecekler. Ben gene de bir hatırlatma yapayım dedim; aradığımız 'şeyi' sadece bakmayı tercih ettiğimiz yerde bulamayabiliriz, biraz da başka yerlere bakmayı deneyelim.
Üstün Öngel
14 Temmuz 2019



Üstün ÖNGEL

14.07.2019 17:31:22

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.


“ SEYHAN BİZİM VAZGEÇİLMEZİMİZ”

CHP ADANA ÖRGÜTÜ GENEL SEÇİMLERE HAZIRLANIYOR

DEMİRÇALI’YI ZİYARET ETTİ

VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI