9 KADIN STAJERE AVUKATLIK RUHSATI
Manşet Haber 9.09.2016 18:11:10 0

9 KADIN STAJERE AVUKATLIK RUHSATI

9 KADIN STAJERE AVUKATLIK RUHSATI

Staj dönemini başarıyla tamamlayan, dokuz kadın stajyer için ruhsat töreni düzenlendi.

Mahmut Esat Bozkurt Salon'unda gerçekleşen törende, Çağla Uğur, Ezgi Merve Önelge, Duygu Odabaş, Demet Durgaç, Duygu Tatar (Çukurova Üniversitesi), Çağla Özkan, Melike Doğan (Gaziantep Üniversitesi), Ece Güneyli, Esengül Saluk (Çağ Üniversitesi) ve Çağla Uğur ruhsatnamelerini aldılar.

Genç avukatlara cübbelerini, Av. Ömer Faruk Gerger, Av. Ömür Nureddin Taşar, Av. Feride Özlenen İşigüzel Kılınç, Av. Tuğçe Toplayıcı, Av. Oya Koyuncu, Av. Mustafa Çinkılıç, Av. Semih Gökayaz, Av. Tuna Erdem, Av. Çağatay Koyuncu ve Av. Zehra Yavaş Uğurlu giydirdi.

Baro Başkanı Av. Çıtırık, genç meslektaşlarını kutladı, kadınların toplumsal rollerinde, istihdamda, eğitimde, yerel yönetimlerde, siyasette ve yöneticilikte yer alabildikleri bir ülke özlemi duyduklarını söyledi. Çıtırık, “Gençlerin temsilde, kamusal sıfatlar almalarında ve özellikle 3 bin yıllık geçmişi bulunan ve her zamankinden daha çok ihtiyaç duyulan bir dönemde genç avukatlara ihtiyaç duyulmaktadır” diye konuştu.

“ÜLKE ZORLU GÜNLERDEN GEÇİYOR”

Türkiye’de 1984 yılından beri teröre 40 binin üzerinde şehit verdiğini ifade eden Av. Çıtırık, konuşmasında şöyle dedi:IMG_7262

“Ülkemiz zorlu dönemlerden geçiyor.. Artık şehit ve ölüm haberlerinin sıradanlaştırıldığı ve kanıksatıldığı günlerden geçiliyor. Türkiye'de sıfat taşıyan ve sorumluluk taşıyanların akan bu kanı durdurmaları elzemdir, temel bir ihtiyaçtır, zorunluluktur. Türkiye, 1984 yılından beri tam 33 yıldır terörün her türlüsüyle uğraşmaktadır. 40 binin üzerinde insanını yitirmiştir ve milyarlarca dolar da bu ülkenin bu ülkenin savunulması için harcanmıştır. Elbette, ülkenin bölünmez bütünlüğünü hepimiz savunmaktayız. Ama Türkiye’nin de eğitimine, sağlığına, hukuka, sanayiye, tarıma harcayacağı bütçeyi de savaş ekonomisine harcanmaması gerekir. Ölümlere de kimseyi alıştırtmamak gerekir. Aslolan yaşam hakkıdır. Öyleyse anayasada ve Uluslar arası sözleşmelerde güvence altına alınmış olan yaşam hakkını asgari koşullarda devlet olarak sağlamak zorundadır. Eğer bunu sağlayamıyorsa bir yerde zaaf bulunmaktadır”

Ülkenin, 15 Temmuz’da başarısız darbe girişimiyle karşı karşıya kaldığını hatırlatan Av. Çıtırık, “Öncelikle, Adana Barosu olarak her türlü darbeyi, darbe girişimcilerini net bir şekilde lanetliyor, kınıyoruz. Türkiye’nin anayasal düzeninden yanayız. Türkiye’nin parlamenter-demokratik rejiminden yanayız. Türkiye’nin ulusal bütünlüğünü taşıyan devlet anlayışından yanayız. Elbetteki darbecilerle de hesaplaşacaktır. Kanunsuz suç ve ceza olmayacağına göre, herkesin eyleminin Türk Ceza Kanununda karşılığı neyse adil yargılanma ilkesi içerisinde, masumiyet karinesine ve lekelenmeme hakkına da bir gölgeleme düşürülmeden Türkiye’nin bir yargılama sürecinden geçilmektedir. Üzülerek gözlemlemekteyiz, Olağanüstü Hal Kararnamelerinin, OHAL ile aynı paralellikte tedbirler taşımadığı,  insanlar hakkında daha bir satır iddianame yazılmamışken, bu iddianameler ilgili  Ağır Ceza Mahkemelerince kabul edilmemişken ve yine iddianamelerdeki suçun niteliği ve eylemi gerçekleştirenlerin kim olduğu daha ortada değilken, insanların lekelenmeme hakkına gölge düşürülmüştür”

 

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°