ADANA İLE İLGİLİ KARARLARDA KENETLENMEK...
Manşet Haber 26.08.2020 08:23:07 0

ADANA İLE İLGİLİ KARARLARDA KENETLENMEK...

ADANA İLE İLGİLİ KARARLARDA KENETLENMEK...


Komşu kentlerin “büyüme” ivmesi artarken, Adana’nın kendini geliştirememesi, ya da gelişenlerden geride kalmasının nedeni olmalı…





Maratona katılan yarışmacılardan birinin başlarda “ilk” sırayı kimseye bırakmazken, sonlara geldikçe gerilemesinin bir anlamı olmalı…





Yarışmacının “koşu aralığını” göz önünde bulundurmadan çıkış yapması, kendini yorması, solunum sisteminin yetmeze düşmesi, zamanı değerlendirememesi etken olmuş-olmalı ki; gerilerden, içinde bulunduğu koşulu sindirerek, yorulmadan/ zorlanmadan gelen yarışmacının öne geçmesinde engel kalmamıştır!





Çocukluk yıllarımızın sokakları, yolları, taşları “beyaz altın” olan Adana’nın; yaşadığı işsizlik, üretimsizlik, büyüyen doyumsuzluk “bugünün” sorunu…





Geçmişte bir başına karar verilen, bir başına önleri kesilen, bir başına kentten dışlanan, bir başına sanayiciye/ iş insanlarına Adana toprakları yasaklanırken; Adana’nın STK’ları, sanayicileri, tarım sektörü, üniversiteleri, işçisi, öğrencisi, yeni mezun üniversitelisi, büyüyen nüfusu “olgunun” her yerinde/ geleceğinde olmasına karşın, hiçbir yerinde yoklardı sanki…





Toplumun işleyen/ çalışan/ üreten katmanı…





***





 Her seçim öncesi verilen sözler, “-cak/ -cek” ile biten tümceler Adana’da öyle anlamsız ki…





“İktidar” partisinin onca milletvekili olmasına, onca sözler vermesine, Adana’nın onca sorunlarını dile getirmelerine karşın; salt yerel yönetimde başarısızlık/ seçmenin oy vermemesi nedeniyle “uzak” durmayı yeğliyorlar!





Siyasetçilerle birlikte, “Adana’nın hangi meslek örgütü Adanalının yanında” sorusuna yanıt bulmak da zor değil!





Koltuklarından olmamak adına, “iktidar” sözcülüğü yapmayı yeğleyen yönetimlerin; baştan bu yana yaptıkları toplantıları, toplantılarda yaptıkları konuşmaları, kimleri övdükleri, kimlere sanal gülücükler gönderdikleri, kimin yanlışını doğru saydıkları arama sonucunda yanıtı bulunabilecek sorular…





İnsanlar işlerinden kovulurken, üniversite mezunları iş bulamamaktan yakınırken, sokaklar dalgın Adanalıdan geçilmezken, çiftçi toprağını işleyemezken, küçük esnaf bulunduğu dar boğazdan yakınırken, Adana ekonomisi en yoksul kent sıralamasında başlarda yerini alırken meslek örgütleri “istikrarlı hükümetimizin aldığı olumlu kararlar” diye övgüler diziyordu!





Adana’nın çevre yolunu yol, oturduğu varsıl mahallesini mahalle, gece katıldığı toplantıyı Adana bilince “böyle” oluyor sanırım; “aç kalanımız, işsiz olanımız yok, çalışmayan/ iş beğenmeyenimiz var” demeleri de ondan…





Bir “metro” konusu bile Adana’nın “nasıl” savsaklandığının/ savsaklandırıldığının kanıtı…





***





Çukurova Barış yazarı Kurtuluş Kılınç, geçtiğimiz günlerde kentimize atanan Ağrı Valisi Süleyman Elban’la gerçekleştirdiği söyleşiyi köşesine taşıdı. Adana için güzel sorular sormuş, güzel yanıtlar almış…





Her yerin olduğu gibi Adana’nın da öncelikli sorununun “geçim/ doyum” olduğunu, bunlar için de herkesin “yapacağı” bir işinin olması gerektiğini, bölgemizin bu gereksinimi karşılayacak varsıllıkları bulunduğunu, yönetimlerin üreticinin önüne koydukları kara/ çalı dikenlerini ortadan kaldırmasının zorunluluğunu burada sıkça işledim; geçim/ doyum sağlanana dek de sürdüreceğim…





Vali Enban’ın yazdıklarımla ilgili sözleri şöyle:





“STK’lar var, sanayiciler var, tarım sektörü var, vatandaşlar var, çok güçlü bir basın var. İşçisi, memuru, öğrencisi toplumun her kesimi ile bir diyalog ortamı oluşturacağız. Adana ile ilgili alınan kararlarda başarılı olmak istiyorsak hepimizin kenetlenmesi gerekir.”





Adana’nın “her şeyi var”; geriye bir kenetlenmek kalıyor…





***





Bugüne değin böyle bir gelişme yaşandı mı bilmiyorum.





Toplumun her katmanından “seslerin” bir araya getirilerek “sorunun” sonuca götürülmek istenmesi bilimsel bir yaklaşım; bu yaklaşımdan dolayı Vali Enban’a teşekkür ederim…





Bugün gerek asgari ücret oluşturulurken, gerek emekli maaşları belirlenirken;  emekçinin, emeklinin ay içerisinde neleri tükettiğine/ hangi harcamaları yaptığına bakılmaksızın, salt yönetenlerin kararlarıyla sona varılması her zaman tartışma konusu olduğu gibi, bir yandan da “doyumsuzluk” yaşanmasının gereği olmuştur!





Adana’da olanların iyice anlaşılması için Vali Enban’ın altını çizdiği toplum katmanlarının bir arada bulunma düşüncesi verimli sonuç verecektir.





Maratonun, başlangıç ile bitiş arasındaki zamanının “en iyi” kullanılabilmesi gerekmektedir.





Bunlardan “asıl” önemli olanlarını göz önünde bulundurmak yerine; salt “bir an önce hırsıyla” yola çıkılmasının, Adana anlamında toplumun etkin katmanlarına “söz söyleme” hakkı verilmemesinin sonucunu hep yaşadık/ yaşıyoruz da…





Sözümüzün özü şu:





“Adana ile ilgili alınan kararlarda başarılı olmak istiyorsak hepimizin kenetlenmesi gerekir.”



YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°