ADANA İLE MERSİN'İN VEKİLLERİ, SİZLER!

ADANA İLE MERSİN'İN VEKİLLERİ, SİZLER!

TÜİK araştırmalarına Adana ile Mersin, ülkemizin en yoksul kentleri olmayı sürdürüyor.

‘Yoksul kent’ olmayı…

Havası, iklimi, toprağı bırakın ekonomistleri, sanatçı duyarlılığı olanları bile ‘heyecanlandırdığı’ yetmiyor; şaşkınlıklarını dile getiriyorlar!

Burası Adana, burası Mersin…

Ülkemizin birçok yerinde, kış mevsiminin kendini göstermeye başlamış olmasına karşın, buralar da ilkyaz esintileri var…

Toprağında çalışabilirsin, yolunda çalışabilirsin, dağında çalışabilirsin, sokağında çalışabilirsin…

Doğayı ‘yarar’ sağlar biçimde kullanmanın her biçimi var!

En önemlisi de…

Buralarda çalışacak, çalıştığı yeri yaşam alanına dönüştürecek, yaşam alanlarını insanla buluşturacak her tür insan gücü, her tür seçenek, her tür olanak var. Var da…

O kadar sanımca…

Üretim araçlarını, gücü ellerinde bulunduranlar ‘salt’ daha çoğunu ele geçirmek için uğraş verirken, ‘sistem’ de doğanın, yaşamın ‘dengesi’ bozulma pahasına ‘güce’ göz yummayı sürdürüyor!

Aslında merak ettiğim şu:

Adana ile Mersin’in ‘yoksulluğu’ sürerken, burada bulunan ‘köşe tutmuşlar’ büyümüşler midir, yoksa küçülmüşler midir?

‘Güç gücü’ çekermiş ya; güçlü daha güçlü olmuştur bu arada.

Yaşanan ekonomik krizde şunu öğrendik: sistem, yurttaştan yana tavır almak yerine, üretim araçları sahiplerinin yanında yer almayı ‘doğru’ buldu! Yurttaşın işsiz kalmasına fırsat tanırken, patronun daha da büyümesi için ‘işsizlik fonunu’ bile devreye koydu!

Sıkça yaşanan ‘intiharlara’ tanık oluyoruz.

Oğluna pantolon alamadığı için, işsiz kaldığı için, adam gibi yaşamını sürdüremediği için, iş bulamadığı için, doymadığı için, kapılardan kovulduğu için…

Yurttaş bunları ‘psikolojisi’ bozuk olduğu için yaşamıyor; yurttaş bunları yaşadığı için ‘psikolojisi’ bozuk!

Toplumun ‘psikolojinin’ bozuk olmasının baş nedeni ekonomi, işsizlik…

Bugün Adana ile Mersin ‘en yoksul’ iki kentse; sokaklarında ‘psikolojisi’ bozuk insanlardan söz ediliyorsa…

Bunun sorumluları sizlersiniz; Adana ile Mersin’in vekilleri, sizler!



KOZAN’DA SUSUZLUK SÜRECEK Mİ?

Geçtiğim günlerde ‘İSKİ Kozan’a duyarsız’ başlıklı yazımda, Kozan’da ‘susuzluk’ yaşandığını belirtmiş, mahalle muhtarı Mehmet Kılınç’ın seslenişini belirtmiştim.

Duyan oldu mu, ‘Kozan susuz’ denince şaşıran oldu mu bilmiyorum da, bildiğim ‘tek şey’ susuzluğun sürmesi…

Şimdi ne olacak, ya da beklenen ne, ya da yurttaş nereye başvuracak da sorununa çözüm bulacak?

Bir susuz ovadan söz etmiyorum. Dağlarında, düz tarlasında ‘su’ bulunabilen bir kentten, Kozan’dan söz ediyorum; Kozan’da susuzluk nasıl çözülecek?

Yetkililerin son sözü şu: ‘Su bitti, ne yapalım?’

Demek ki her şey bu denli kolay! ‘Bitti’ denilince sorun çözülüyor!

Bu suyun bu günlere değin yeteceği, ya da günlerde ‘susuzluk’ yaşanabileceği, ‘bir yıl öncesinden’ bilinebilmeliydi. O günlerde ‘seçenekler’ üzerinde durulmalıydı. Şu ana Kozan’ın yarısının yaşadığı ‘susuzluk’ sorun olmaktan çıkarılmalıydı.

Çok zor ‘işler’ mi bunlar?

Su yoksa, depolar boşsa, yurttaş susuzluk yaşıyorsa…

ASKİ’nin görevi nedir peki?



MODA AYAKKABI…

Dünyanın ünlü ayakkabı markaları, ‘yeni’ bir ‘şey’ üretememenin sancısıyla, yoksul yurttaşın, günlük yaşamda giydiği eşyalardan ‘yola’ çıkarak ürünler ortaya koymayı sürdürüyor!

Sürdürüyor, diyorum…

Daha önce ‘dizden’ ya da ‘kalçadan’ yırtılmış emekçi pantolonlarından esinlenerek ürünler ortaya koyulmuştu!

Salt dizlerden değil, daha yukarılarına değin ‘paçavraya’ dönüştürülmüş pantolonlar vitrinlerde almıştı!

Vitrin fiyatlarının ‘yüksek’ oluşundan dolayı, elindeki kot pantolonun diz ya da bir başka bölümünü tel fırça kullanarak ‘salaş’ buruma gelmek için çalışanları duymuştum.

İnşaat işçisinin, maden emekçisinin, sokaklarda kağıt toplayan çocuğun giymesinden eriyen, tel tel olan, bir yanı atan pantolonları ‘hep’ aynı değil miydi?

Peki ya; bunu ‘moda’ denerek sunmak, moda denerek almak, moda denerek tüketmek ‘yoksullukla alay’ değil miydi?

Şimdi, medyada bunlar konuşuluyor…

Yamalı, delik, yapağılı, dövülmekten salpalaşmış yüz gibi duran o ‘pantolon’ için değil; eskimiş, yıpranmış, ucu bantlanmış, etrafını saran plastik taban kullanılmaktan kirlenmiş…

Yoksulun, emekçinin işe giderken, çalışırken giydiği spor ayakkabısı…

Dünyanın ünlü markaları ‘benzer’ ayakkabıları vitrine çıkarmış, iki-üçbin aralığında fiyatlandırmış!

Yıpranmış, kirlenmiş, ucu bantlanmış ayakkabıdan söz ediyorum; yuh ama!

Eskisi gibi olmadığından, sosyal medya konuyu ele almaya başladı bile…

Ne demişti birisi:

‘Yoksullukla dalga geçemezsin!’

Oktay EROL

1.10.2018 22:04:13

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.


VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI

GÜNÜ FOTOĞRAFI:

RESMİ AÇILIŞISI HİSARCIKLIOĞLU YAPTI

CHP’DEN 23 NİSAN KUTLAMASI