ADANA’NIN “KURTULUŞ ÖYKÜSÜNÜ”YAZANLAR…
Manşet Haber 8.01.2022 12:28:26 0

ADANA’NIN “KURTULUŞ ÖYKÜSÜNÜ”YAZANLAR…

ADANA’NIN “KURTULUŞ ÖYKÜSÜNÜ”YAZANLAR…






Adana, Adanalı neler yaşadı, neler yaşamayı sürdürüyor?





Bunu öncelikle kent içerisinde bulunan “yönetenlere” sormak, “neden” yaşananlar için kamuoyu oluşturmadıklarını öğrenmek gerek!





Şu an yaşananlar sanki üç/ beş gün, ya da bir/ iki yıllık bir sorun; ondan öncesinde güllük/ gülistanlıktı Adana…





Sanki Adana, o çok sözü edilen/ sevinçle anlatılan kurtuluş öyküsünü bu güne değin taşımış, bu gün de onun “onuru” yaşama geçirilmiş…





Bugün Adana’nın yüzüncü kurtuluş günü ya, açın bakın; “bir tane” özeleştiri yapan kutlama göremeyeceksiniz, “bir tane” neden kurtuluş öyküsünün hak ettiği doruğa ulaşılmadığını sorgulayana tanık olamayacaksınız… 





“Tanıdıklar muhabbette görsün” gibi





Kimi “bazı borçlar ödenemeyecek” diyecek, kimi “cumhuriyet hayalinin kurulduğu kent” diyecek, kimi “5 Ocak ölümsüz bir destandır” diyecek, kimi “bu yalnız Adana’nın düşman işgalinden kurtuluşunun gururu değil” diyecek,  kimi “bugün milletimizin bayramı” diyecek…





Hepsi “iktidarın”, yıllardır “büyüyoruz” derken, yurttaşı “hep” teğet geçmesine benzer!





Hiç birinden Adanalının haberi yok!





***





Bu, her kutlamada süslü/ gururlu ileti paylaşanların Adanalının yaşadıkları konusunda “ne denli” çaba harcadıklarını düşünenlerdenim…





Adana’nın Kurtuluş günü, herkesin sorunu bitecek, özellikle de Gazapizm dinleyerek… Böylece Adanalının doymayan/ ısınmayan/ iş bulamayan/ tencere kaynatamayan/ borç ödeyemeyen/ iş yaptırmak için dayı bulamayan/ süslü kutlamalar yapanların yanına varamayan…





Dünleri de sayalım, bugünleri de; işiniz Adana’yı yaşanılır yapmak, işiniz Adana için uğraş vermek, işiniz Adana’yı kurtuluşuna uygun yere taşımak, işiniz Adanalıya yaşama sevinci katmak…





Adana’ya ne yaptınız da Adanalı varlığınızın korunmasını isteyecek, ne yaptınız da Adanalı sizinle bir olup sokaklarda coşkunuza ortak olacak; düşününün!





***





İnanın şu oda başkanlarını, ülkenin ekonomik varlığının sözcülerini de anlamayanlardanım…





Salon toplantılarında yine esip gürlemişler her zamanki gibi…





Adana’nın kurtuluşu nedeniyle TOBB Başkanı M. Rıfat Hisarcıklıoğlu ağırlanmış, TOBB Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nde buluşulmuş. Tüm oda başkanları, her zaman olduğu gibi “günün önemi” aşkına orada olmuş!





Bir yandan 5 Ocak Kurtuluş Bayramı,  bir yandan Teknik Anadolu Lisesi’nin Adana’ya kazandırılması herkes için “mutluluk” verici olmalı…





Hisarcıklıoğlu, yaptığı konuşmasında, geleceğin en önemli sektörünün tarım sektörü olduğunun altını çizerek “ülke olarak sadece kendi vatandaşlarımızı değil, dünyayı besleyecek potansiyele sahibiz” demiş!





Doğrudur; kimsenin yadsıyamayacağı, kimsenin yalanlayamayacağı bir bakış, ancak nu konuda ne yaptığınızı, neler yapılmasını istediğinizi, neleri savsakladığınızı, nelere göz yumduğunuzu bir düşünseniz…





***





Adana’nın tarımı ile “kurtuluşu” kardeştir!





Adana’nın tarımını anlamadan, tarımının var olabilmesinin önündeki çalıları/ cam kırıklarını/ engelleri temizlemeden “kurtuluş öyküsü” oluşturmaya çalışmak anlamsız!





Düşünebiliyor musunuz; bu topraklar düşman işgalinden kurtarılmış, bu toprağı işleyecek olan köylünün/ kentlinin efendisi olduğu belirtilmiş, ancak ortada ne işlenen toprak/ ne efendi olan köylü yok!





Siz bakmayın, daha düne değin “iktidarın” aldığı üreticiye “kumpas” olarak dönen kararların/ bu kentin odalarında “övgüyle” sözü edildiğine…





Siz bakmayın, üreticinin tıkandığı noktalarda “iktidarın” içi boşaltılmış kararlarına odaların “alkış” tutuşuna…





Yok mu sayılmalı olanlar?





Kaç üretici, kaç çiftçi görmek istersiniz toprağını artan girdilerden dolayı ekemeyen, aldığı krediyi ödeyemediğinden dolayı iş makinelerine el konulan, toprağı bidersiz (=tohum) kalan, beklentileri yerine gelmeyen…





Doğrudur, bu topraklar “dünyayı besleyecek güce sahip”, ancak “kendi ülkesini bile doyuracak güçte” değil!





Öyle uçuşlara gerek yok; ekmek büfelerinin uzayan kuyruklarının “nedenin” sorgulamak yeterli!





***





Adana, Adanalı çok şey yaşadı; ancak son yıllarda “daha çoğunu” yaşadı!





Bundan yüz yıl önce “düşman işgalinden” kurtuldu; ancak cephede “tek yürek” olan halkın; beklentileri, istekleri, ulaşmak istedikleri doruk savsaklandı/ görmezden gelindi/ umursanmaktan uzaklaştı!





Adana’nın “kurtuluş öyküsünü” yazanlar, Adana’nın bu gününü görselerdi, özellikle “süslü iletiler” yayınlayanlara diyecek “çok şeyleri” olduğuna inanıyorum! 





Örneğin sokakta Adanalının gözlerine baktıracaklardı, yüzlerinde ışıldamayan bakışlara takılacaklardı, verimli topraklarda ekili ürünlerin boyunlarının bükük olduğunu göreceklerdi…





Düşünsenize; siz olsanız “ne” derdiniz?



YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

31° / 16.7°