ADINI 'SİZ' KOYUN!

ADINI 'SİZ' KOYUN!

Elazığ-Malatya illerinin yoğun etkisi altına alan deprem, tüm yurtta üzüntüyle karşılandı.

Komşu kentleri de etkileyen sarsıntı, yaşadığım kent Adana’da da duyuldu!

Geçtiğimiz günlerde İstanbul yakınlarında oluşan depremin değerlendirmesini yapan bilim insanları, Elazığ-Malatya dolaylarının da göz ardı edilmemesi gerektiğini “o günden” söylediklerini belirtiyor şimdi.

Öyle bir “fay hattı” ile karşı-karşıymış bölge…

Bilim insanlarının “deprem” saptamaları şu:

“Deprem değil, dayanaksız yapılar öldürür!”

***

Nerde olursa olsun; ülkemizin “deprem” yönünden “güvenli” denilebilecek yeri yok!

İnsanların “yaşam alanı” olarak belirlenen yapıların, “güvenilir” olup-olmadığı üzerinde durulması gerektiği sonucuna varılıyor!

Tutar, çok katlı beton-çelik blokları dikersiniz, ancak tüm “korunma-güvenlik” önlemini aldığınızda “depremi” salt sarsıntıyla geçiştirirsiniz!

Baştan savma, tek katlı, “korunaksız” yapılar oluşturur; buralarda insanların yaşamalarına izin verir, gelişmemiş ülkelerin saman-çamur malzemelerinden oluşturulan yapılarda yaşarken uğradıkları yitimi görmezden gelirseniz…

Bu yaşananlar kaçınılmaz olur!

***

Bu yurdun insanı “yufka” yüreklidir.

Her ne denli seçim alanlarında, tarla sınırı anlaşmazlığında, ne bileyim aklınıza gelebilecek her tülü tartışma içerisine girse de;

Sel, deprem benzeri “doğal yıkım” olayları karşısında kenetlenmeyi başaran bir anlayış taşır.

Ekran karşısında, kurtarma ekiplerinin, yıkıntılar arasını kepçelerle, kazmalarla yarmaya çalıştığı sırada bile;

“Yavaş olun”,

“Aman birine zarar vermeyin”,

“Orada kim var acaba şimdi, sesleri duyuyor mudur acaba”…

Buna benzer duygudaşlık (=empati) kuranlara rastlamak olası…

Bıraksalar, koşarak-uçarak o çöküntünün altında bulunanları kurtaracak…

Bu yurdun insanı “bu denli” duyarlı…

***

Bu yurdun insanı yaptığı “iyiliği” fotoğraflarla-bültenlerle duyurmayı istemez!

İlkokul sıralarımızda, sınıf ya da okul içerisinden “yardıma gereksinim” duyulan öğrenciler için “yardım” toplanırdı. O öğrenciyi kimse ne sorar, ne de o öğrenci okul içerisinde “yardım alıyor” olarak bildirilmezdi!

Bir okul yönetimi bilir, bunu da “isim” belirtmeden bazı konuşmalarda belirtir, “destek” olanları isim kullanmadan sözünü ederdi!

Bizi “ne” bozdu böyle?

İşini bilen yükleniciler mi?

Yaptıkları için bilboard oluşturan sırtarık seçilmişler mi?

Kamyonlar dolusu “yardım malzemelerini” alana götürüp, yurttaşların birbirini ezmelerini “zevkten” dört-köşe olmuş durumda izleyenlerin göğüs kabarttıkları bir dönem yaşadı bu ülkenin yurttaşı…

Bu ülkenin yurttaşı, bu ülkenin yurttaşlarından topladıklarını, “nasıl” dağıttığının fotoğraflarını billboardlarda kocaman afişlerle insanın “iki kaşının” ortasına oturttu…

***

Bu yurdun insanı için yapılması gereken “destek” konusunda kimsenin diyeceği yok da…

Üstelik bir gazetenin bunu salt haber kaynaklı olarak “duyurmasının” da bir sakıncası yok da…

Bunu “desteği” yapanın; ne denli “insancıl” olduğunu göstermek, en denli depremden zarar görenlerin yanında olduğunu belirtmek, ne denli bu ülkenin insanını sevdiğini kanıtlamak için olduğunu göstermek “iç” yakıcı!

“Alan vereni bilmesin”,

Ya da “veren alanı görmesin” deniyordu değil mi?

Adını “siz” koyun!

***

Bu ülkenin insanının “temiz”, içten olduğuna inanıyorum…

Sistem var ya, bir de sistemin açıklarından kendilerine yatak-yastık yaparken kimleri aç-açıkta bırakacaklarını düşünmeyenler var ya…

Kentlerin yeni “imarlarını” izleyen, üçe alıp yüze katlarken gönenen, hep birilerinin “mülksüzleşmesiyle” güç kazananlar var ya…

Yerel yönetimlerde, halkın “yaşam alanı” sayılacak yerleri “denetlemek” yerine “yanlışı” örtmesi karşılığı ceplerini dolduranlar, “korunaksız-önlemsiz” yapılarda insanların yaşayacaklarını söyleyenler var ya…

Her depremde, her sarsıntıda, her doğal yıkım sonunda yurttaşın “delik” cebindekini almak için çırpınanların topladıkları “yardımların” amacına yönelik değil de, bir zamanlar bir bakanın dediği gibi “duble yol yaptırdık” diyenler var ya…

Bilim insanlarının dediği gibi: “Deprem değil, dayanaksız yapılar öldürüyor!”

Depremin sorusu, “ne yapılabilir ki” değil!

Oktay EROL

30.01.2020 19:31:40

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.


VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI

GÜNÜ FOTOĞRAFI:

RESMİ AÇILIŞISI HİSARCIKLIOĞLU YAPTI

CHP’DEN 23 NİSAN KUTLAMASI