'AKLIN YOLU BİRDİR' DENSE DE...

'AKLIN YOLU BİRDİR' DENSE DE...

Tarım varsıllığı olan ülkelerin, ürünlerine katma değer oluşturmaları “istihdam” açısından ne denli önemliyse, ülke ekonomisi adına da etkendir.

Düşünebiliyor musunuz?

Ürettiğiniz portakal,

Ürettiğiniz fındık,

Ürettiğiniz pamuk…

Daha bir çok ürünlerinizi aroma, parfüm, ezme, kumaş gibi katma değer vererek elden çıkarıyorsunuz…

Ürünle katma değer arasındaki “emek”, bir yandan yurttaşlara “geçim” olarak dönerken, bir yandan ülke ekonomisinin büyümesini, bir yandan da topluma erinç sağlıyor!

Yıllardır yazdığımız, “tüketim” olmalı da; önce “üretim” dememiz bundan dolayı değil miydi?

Tarımsal alanlarınızı koruyacaksınız, bu alanları işleyenleri destekleyeceksiniz, yetiştirdiğiniz üniversitelileri buralarda değerlendireceksiniz, üreticiyi kendi yerleşim yerlerinde tutmayı isteyeceksiniz ki;

Tarımsal varsıllığınız değer bulsun, ürünlere katma değer kazandırılsın…

***

Şu tümcenin yanlış yönü var mı?

“Katma değerli üretim, dışsatıma dayalı, sürdürülebilir büyümeyi yakalayan, cari açığı kontrol altına alan, doların etkinliği azalmış, uzun vadeli Türk Lira’sına dayalı finansman sağlayan bir Türkiye…”

“Aklın yolu birdir” der düşünürler, ancak “gidiş” yönünde tartışılır!

Katma değerli üretime, bunun dışsatımına “aklın yolu” karşı durmaz.

Katma değerli ürünün dışsatımı ile yakalanan “sürdürülebilir büyüme” de “aklın” yoludur.

Böylelikle “cari açık” kontrol altına alınır, doların etkinliği azaltılır, TL’nin güçlenmesi sağlanır…

Yukarıdaki tümce, Hazine-Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın…

“İktidarın” onsekiz yıl boyunca bırakın TL’nin güçlenmesi için bunları yapmasına; şehir hastaneleri, yol, köprü gibi yapıların bile “dövize” dayalı oluşu demek ki büyümeye-gelişmeye en büyük engel!

***

“Aklın yolu birdir”in gidiş yönünde tartışma, dedim…

“Gelişmeden-büyümeden-katma değerden” söz ediliyor ya; nasıl sorusunun yanıtını şöyle veriyor bakan:

“Bu açığı kapatmak için, emeklilik sisteminin reforme edilmesini oldukça önemli görüyoruz. Yapısal dönüşüm adımlarımız içinde de yer alan bu reform, daha sürdürülebilir bir emeklilik sistemini vatandaşlarımızın hizmetine sunacak.”

“Ekonominin” sürdürülebilirliği için “emeklilik sisteminde” reform zorunluluğu…

Emekli olanın, tanıdığı-bildiği emekli olanın “aklına” şu soru gelmiştir kanımca:

“Buca daralmanın, bunca sıkıntının, bunca büyüyen zamların nedeni emekliler mi?”

Tanıdığınız-bildiğiniz bir emekliyle oturun “bunu” sorun! İnanıyorum ki size, onlarca yıl çalışmasının, pirim ödemesinin karşılığında aldığı “emekli maaşının” daha ilk günlerinde bittiğini söyleyecektir! Üstelik, alacağı “emekli maaşının” büyük bölümünün yeri bile hazır!

“Ekonominin” sürdürülebilirliği için “ diye başlayan tümcenin anlamı şudur:

“Bu ödemelerde daralmaya-azaltmaya gidilecektir!”

Başka bir açıklama çıkaran var mı bilmiyorum.

***

Başta “üretimden”, katma değerden, dış satımdan söz edilirken “güzel şeyler” düşündüm…

Üreticinin üzerine abanan kıskacın azaltılacağını, ürün girdilerindeki masrafın azaltılacağını, devlet desteklerinin zamanında verileceğini, taban fiyatın hasattan önce belirleneceğini düşündüm açıkçası…

Emeklinin, emekçinin, dar gelirlinin, alım gücü yetmeyen yurttaşın üzerine “yeni yük” getirecek bir “reform” aklımın ucundan bile geçmedi!

İçtenlikle, onsekiz yıldır yapılan yanlıştan artık dönüleceğini anladım!

Adana’da onbeş gün “üretimi durduran Temsa’nın, süre bitiminde üretime kaldığı yerden başlatılacağını, çalışan binbeşyüz emekçinin güvence altında olduğunu çıkaracağım “açıklama” bekliyordum; değilmiş!

***

Ülkemizin içerisinde bulunduğu “sarsıntıdan” kurtuluşunun ilk koşulunun önce üretim, ardından katma değerli ürün, ardından “istihdam”, ardından üniversite mezunlarının bilgilerini ortaya koymaları, ardından dış satım, ardından “güzel şeyler” geleceğine inanıyorum!

Yaşamlarını “açlık sınırı” altında sürdürmeye çalışan emeklinin, emekçinin, üretimcinin sırtına “yeni yükler” koyarak değil!

“İktidara” sorarsanız, onsekiz yıldan bu yana yaptıkları “hep” doğrudur, yanlış yapılanların içersinde “paralel devlet” vardır, ekonomi kendilerinin beklentisi neyse öyle gelişmektedir; patrona yardım edilmelidir, gerekirse doğa katledilmelidir, üstelik her tür değerler yerli-yabancı uygun bulunana satılmalıdır!

Bana göre doğrusu bu değil!

“Aklın yolu birdir” dense de “gidiş yolu” tartışmaya açık!

Önce burada buluşmak gerek!

Oktay EROL

14.12.2019 22:37:05

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.


VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI

GÜNÜ FOTOĞRAFI:

RESMİ AÇILIŞISI HİSARCIKLIOĞLU YAPTI

CHP’DEN 23 NİSAN KUTLAMASI