AKP “YENI” KAYIT SEVİNCİNDE, YA “MUHALEFET”…
Manşet Haber 6.10.2021 19:01:33 0

AKP “YENI” KAYIT SEVİNCİNDE, YA “MUHALEFET”…

AKP “YENI” KAYIT SEVİNCİNDE, YA “MUHALEFET”…

Bu, gelişmemiş ya da gelişememiş olmanın bir kalıtı kanımca; daha çok olsun!
Daha çok yandaş, daha çok alkışlayan, daha çok açlıkla sınanan, daha çok işsiz, daha çok desteklediği eline kızan, daha çok yalvaran, daha çok yol kesen, daha çok mutsuz insan…
Çevresiyle, yaşadığı toplumla/ sokağıyla küs gibi arkasını dönerek yürüyen oldukça; milyonların arkanızda olduğunu sansanız/ bunun her gün biraz daha büyüdüğüne inansanız ne olur ki?
Umutlarının üzerine kara bulutlar abanmış insanların; ne duysalar, ne söz işitseler inanmak istiyorlar, başka bir yolu var mı ki yaşamı sürdürebilmenin?
Ne aldıklarıyla geçimlerini sürdürebiliyorlar, ne çalıştıkları işte güvenceleri var, ne büyüyen gencine kapı açan var…
“Yirmişbeş yıllık özlem” diyerek arkasında durdukları Zeydan Karalar’dan ne oldu ki?
Kapılar yine sonuna dek kapalı, yine bilindik birkaç isim hep en önde, yine “adamı” olanlara yeni fırsatlar, yine garibanların/ adam-sızların canı çıksın…
Bu gelişmemişlik ya da gelişememişlik “kimin” ilgi alanı olmaktan çıkacaksa artık?
***
Haber şöyle:
“AKP Adana İl Örgütü 1 Eylül'de 'Her ay, her sandıkta en az bir yeni üye' sloganıyla başlattığı, Adana’da bulunan 4 bin 895 sandıkta, 4 bin 895 yeni üye yapma seferberliğinde, koyduğu 5 bin yeni üye hedefinin 3 katını da geçerek 17 bin 22 yeni üye kaydı yaptı.”
Adana’da, AKP bir ayda onyedibin yeni üye yapmış!
“Nasıl yaptı” bir soru, “neden olmasınlar” da bir soru…
Öyle ya, yirmi yıllık “iktidarın” partisi AKP, yaşanan kısır döngüden, mekanik yorgunluktan, ekonomide/ eğitimde gösterdiği beceriksizlikten dolayı yurttaşın arkasını dönmesi gerekmiyor mu, 2001 krizi ardından o sürecin hükümetini ilk seçimde sandıktan silmesi gibi bir sonuç beklenmiyor mu?
Yurttaşa bir kapı, bir sığınak, bir güven duyulacak yer gösteren var mı; haydi gösterin!
Muhalefet, içinde bulunduğu “anlaşmazlıklar/ neyi savunduğunu bilmezlikler/ ne yaptığını görmezlikler” nedeniyle kendi arasında uyum oluşturamadı ki?
Başlarda, Adana Anakent Belediyesi “yurttaşa umut” dediğimiz günlerin sonrasında ne denli yüzüne bakabildi, ne denli sorunlarıyla ilgilenebildi, ne denli doymasını sağlayabildi, ne denli kucaklanması gerekenlere yakınlaşılabildi?
Üç-beş kadar, üç-beş kafadar yakınları “yeter” bilindi; yetmez!
Onun için de, hiç başka yerlerde gezinmeden/ bilgi bile verilmeden; evdeki eşinin, çocuklarının, yakınlarının “kaydını” yaptırdı!
Olurdu/ olmazdı; ağzı olan konuşsun/ dursun haydi!
***
Bana kalırsa bunca yaşanan sıkıntılar, belirsizlikler, beceriksizlikler, haksızlıklar, kötüye gidişler nedeniyle böyle büyük “kayıt” olmamalıydı!
Kendi palazlandırdıkları, birlikte aynı yollarda yürüdükleri/ şarkılar söyledikleri “Hoca Efendileri” gibi, son zamanlarda sıkça yineledikleri “beşli market zincirleri” şu an başlarına “bela” olmalı ki, “fahiş fiyatın” sorumlusu olarak fişlendi!
Bu olgu bile, “tek başına” yurttaşın AKP’ye “kayıt” kaptırmasına “neden” olmalıyd!
Savurganca harcanan ulusal gelir, beton yapılara harcanan/ içinde “insan öğesi” olmayan yatırımlar, beş kişilik yüklenici için oluşturulan akla gelmeyecek rant kapıları, halkın açlıkla sınanması, hak arayanların alınlarına sürülen “karşımıza çıkma/ yanarsın” korkutmaları…
Salt bunlar bile, başlı başına “etmen” olmalı, “kayıt” yaptırmamak için…
Covit korkuları ile birlikte yaşama geçirilen uygulamaları anımsayın; çoğundan, korkularının covid olmadığını, geçinmek/ doymak olduğunu duymak zor değil. Benzerlerine, ya da aynı düşünceleri üleşenleri kentin bir çok yerinde koşuşturan işportacısını, kağıt toplayıcısını, dar gelirli esnafını, emekçisini, emeklisini konuşturan duyacaktır!
AKP’nin albenisi neydi de, bir ayda/ birçok siyasi partinin üyesi kadar “kayıt” yapabiliyordu oysa?
***
İnsan düşünden bir şeyler öğrenir mi?
Ben bir şey öğrendim, dersem yalan olmaz!
Yüzü tanıdık olmayan, söyleştiğim biri “bir şeyin büyüklüğü, güzelliği, önemi/ yanında duran kendini gösteremeyene göredir” dedi!
Şu an “iktidarı” ne denli güçlü, ne denli “tek” düşünüyorsak/ “muhalefeti” de o denli kendini gösteremeyen, anlatamayan, benimsetemeyen gördüğümüzden dolayı “büyük” değişmiyor olmalı!
İnsanlar bir şeylere tutunmak zorundaysa, yaşadıkları önem taşımaktaysa; salt “yanlış” yapanın cezalandırılması değil, sonrasında yurttaşın “nerede” olabileceğini de görmek gerek!
Yurttaş “iktidarın” yanlışlarından, beceriksizliklerinden, cezalarından, sorunları görmemesinden, her büyüyen sıkıntılarından dolayı “karşı/ tavır” göstermek istiyor da; bir yerde olması için, yerini/ bulunduğu konumu değiştirmesi için “karanlıkta” bir “ateş böceği” ışığı görmek istiyor; bu gösterildi mi?
Yeni “kayıt” seviciliği her ne denli gelişmemişlik ya da gelişememişlik olarak adlandırılsa da, AKP’de sevinç oluşturacaktır!
Peki, yerel yönetim başarısı elinde olan “muhalefet” ne yapıyor; gören/ bilen var mı?

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°