“Yurttaşın çektiği yoksulluğun, çıkmazın nedeni” uygulamalarda, demokratik yapılanmadan uzak durulması… Uygulamaların bir avuç “seçilmişlerin” istemine göre düzenlenmesi, onların varlığını ululaştırması, onları toplumun geniş emekçi kitlesinden soyutlaması biçiminde gelişme göstermesi… Her şey onlar için; siyasi partiler yasası da, Tüik’in açıkladığı aylık enflasyon verileri de, var olan eğitim sistemimde emekçi çocuklarının doyamaması da, düşünce özgürlüğünün kısıtlanması da, emeklinin/ ücretli çalışanın “açlık sınırı” altında aylıkla geçinmeye zorlanması da…
Siz hiç “et kuyruğu var” diye ses yükselten, “insanlar doymuyor” diye sisteme tepki gösteren, eğitimde “kendi dilimizi” kullanmakta düştüğümüz başarısızlığa söz söyleyen, “pazarda alıcılar da satıcılar da perişan” diye kızgınlığını belirten “iktidar” sözcüsü gördünüz mü, ya da onlardan birinin “yeter artık/ doymuyoruz” diyen emeklinin yanında duranını duydunuz mu, ya da bu seçim sistemiyle “demokrasi zorluk yaşıyor diyenine tanık oldunuz mu? Yok duymuyoruz, görmüyoruz; çünkü bu sonuçlar kendileri için!
***
“Komplo teoriler” konusunda neler düşünüyorsunuz, yaşamınızla ne denli özdeşleştiriyorsunuz bilmiyorum ama; ekonomistlerin ileriye doğru yaptıkları planlama gibi, politikacıların da nasıl bir topluluk, nasıl bir kuşak, nasıl bir gelecek istiyorlarsa “ona göre” yapılanmalar/ yaptırımlar ortaya koyuyorlar bunu bilelim! Eğer bugün ülkede yaşanan sıkıntılar varsa, gençlik sağa/ sola serpilmekteyse, insanlar gelecek kaygısıyla güne başlamaktaysa, geniş halk yığınları bir gün sonranın hesabını yapılmaz duruma gelmekteyse, tüm bunlar daha önceden “ayarlanmış”, daha önceden “planları yapılmış” dememek için hiçbir neden yok!
“Ülkede ne varsa satacağız, anasını da satacağız” diyen bir örgütlenme biçiminin, ülke değerlerini koruyacağına kimin inancı olur? Ayrıca onlarca “özelleştirme” ile birlikte, “çalışanların” haklarının korunacağı, “özelleştirmeden” gelecek bedellerin başka kamu yararlarına aktarılacağı söylenmesine karşın ne yapıldığını bilen var mı? Yönetim saydamlığını yitirdi, doğal yıkım süreçlerinde toplanan yardımların ya da süreklilik kazanan vergilerin nereye harcandığı konusunda halkın kuşkularını dağıtan bir açıklama var mı? “Yollar, köprüler” demeyin, onların tamamı “yap/ işlet/ devret” yöntemiyle üstelik “müşteri güvencesiyle” yetmeyen yerde bedeli yurttaşa ödetilen işler… Bu olgunun ülkeye getirdiği olumsuzlukları, emekçiyi her geçen gün geçim zorluğuna sürüklediğinim görmemek olmaz!
***
Toplumda “güvensizliklerin” her geçen arttığını kimse yadsımıyor! İnsanlar politikacıya/ adalete/ ekonomiye/ sağlık sistemine/ eğitime / komşusuna/ bildiğine/ arkadaşına içten değil! “İktidar” yaptığı harcamayı gizlerse, bütçeyi saydam biçiminde açıklamazsa, kurumlar arasında bu denli hiyerarşinin oluşmasını yanıtsız bırakırsa toplumu oluşturan bireyler de “o” yönde ilerleyecektir doğal olarak; bunun başka bir seçeneği de yok!
Haksızlık yapanın, yasaları kendi çıkarına göre kullanmaya çalışanın, “hukuk devleti” bilincini yok sayanın “savunucusu” olmam düşünülemez! Politika içine girmeye yeltendim zaman zaman, ancak ilk aralıktan kendimi dışarı attım! Daha dün belirlenecek “delege belirleme” toplantısına katılacaktım! Kalabalıkta, delege olmak için gözleri yerinden fırlamış “hırslıları” görünce alandan uzaklaştım! Birden “delege iradelerinin çeşitli menfaatler karşılığı…” diye başlayan, günlerdir CHP’ye yaşatılanları anımsadım! Aslında kime kızacağımı da bilmiyorum; bir yandan insanların alım gücünü bozacaksın, bir yandan sayıları düşük bir katmanına şatafatı yaşatacaksın, bir yandan da geçim zorluğu yaşayan sayıları milyonlarla tanımlanan kitlenin “gününü kurtarmak” için giriştiği eyleme engel olmaya çalışacaksın! Bunu başta vekillerin masraf/ kazanç ikileminde kendilerine sormaları gerekmiyor mu?
***
“Yurttaşın çektiği bu yoksulluğun, bu çıkmazın nedeni” uygulamaların demokratik olmamasındandır! “Komşuda pişer bana da düşer” ya da “bal tutan parmağını yalar” sözlerini “özlü” diyerek yurttaşın karşısına getirirseniz, bunu bir yaşam felsefesine dönüştürürseniz, “devletin malı deniz, yemeyen…” sözünü duymamamız için bir neden kalmaz!
Kim olduğu umurumda değil; haksız kazanç sağlayan, çalan her kimse “yurttaşın cebinden” alıyor diye düşünürüm! Önceki gün bir vekilden söz edilirken, “altı yılda iki milyarlık servet edindi” deniyordu! Böylesine doymazların/ aymazların/ arsızların kimliği, nerede olduğu hiç önemli değil; varsa kanıtları ortaya konulmalı, halkın karşısına çıkarılmalı “bedeli” tez zamanda ödetilmelidir! Genç işsizliğin büyümesinin, emeklinin/ çalışanın açlıkla sınanmasının, çocuklara bir öğün yemek verilmemesinin, sokaktaki/ pazardaki/ marketteki ulaşılmazlığın nedeni bunlar gibi “doymaz” olanlardır! Saydam biçimde “bunların” üzerine gidilmedikçe “açız” diyen çığlıklar çoğalacaktır; bilelim!