Son zamanlarda, “geçim sıkıntısı” kadar çok konuşulan bir konu var; adalet! Ülkede yaşanan ekonomik sıkıntılar, savurgan harcamalar bir avuç “doymazlar” dışında kimi yoksullaştırmadı, kimi “açlıkla” karşı karşıya getirmedi ki; çok konuşulması ondan! Yaşamı doyumsuzluklar içinde geçen, gülüşü unutan, geleceği inanmanın “mantıksız” yanını görebilen bir toplumun “ekonomiyi” düşünmek yöneliminde olması kimseye şaşırtmaz, şaşırtmamalı da…
Ya “adalet”… Toplum için gerekli “taşların” yerli/ yerinde durmasıdır, “taşlara” zarar verenlerin “topluma kazandırılmak” amacı güderek cezalandırılmasıdır, değerlerin korunmasıdır, kazanımların “hakça” paylaşılmasıdır, haksız kazanç sağlayanın alt/ üst ayırmadan bedeli ödemesidir, güçlü olanın değil haklı olanın korunmasıdır… Adalet, umutla kurulan bir düzenin en kırılgan ama en gerekli taşıdır.
***
Bir öykü anlatılır; duymuşsunuzdur… “öyküyü” anlatanlar aynı sonuca varsalar da, kendi sözcük dağarcıklarıyla bezeyerek anlatır, ancak en sonunda “o” vurucu tümceyi söyler; yargıçlar da var!
Anlatayım isterseniz: 1750 yılının yazında, Prusya Kralı II. Frederick, Postdam kıyısında at sırtında ilerlerken, gözleri olağanüstü bir doğal güzelliğe takılır; uzun ağaçların arasından sessizce uzanan ırmağın hemen kıyısındaki yeşilin özenle bezendiği alana… Kral, gördüğü güzellik karşısında dayanamaz, çevresindekilere “buraya bir saray istiyorum, her şeyiyle benim dediğim gibi olan, istediğim büyüklükte bir saray” der.
Kralın adamları hemen harekete geçer, gösterilen yerin her yerini didik didik araştırırlar, ağaçların arasında bir değirmenin olduğunu görürler. Ahşap gövdesiyle ayakta duran, suyun akışıyla varlığını sürdüren bir değirmen… Saraydan gelenler değirmenin kapısını seslice çalar, içeriden yaşlı bir adam çıkar; unlu elleriyle yorgun gözlerini ovar… “Majesteleri buranın tamamını satın alacak, senin değirmenin yerini de, ne kadar istiyorsun” diye sorarlar değirmenciye. Değirmenci bir gelenlerin yüzüne bakar, sonra da dönüp değirmene, ardından da “benim satılacak değirmenim yok, burası bana babadan kalma, ben de çocuklarıma bırakacağım” der. Altın, gümüş önerseler de ödün vermez…
Kralın karşısına çıkan adamları, değirmencinin tutumunu, direnmesini bir bir anlatırlar! Kralı II. Frederick “nasıl olur, der, nasıl vermezmiş, nasıl emrime karşı gelirmiş, çağırın buraya” diyerek adamlarına emir verir. Çok geçmeden değirmenci kralın karşısına çıkarılır. Yüksek tavanlı salonda, tahtın karşısında durur, hemen sonra Kralın yükselen sesini duyar, der ki; “İstesem, bu değirmeni senden istemeden de alırım, ama bak ne kadar bedel istiyorsan, kaç kese altın diyorsan vereyim diyorum, ben kralım, beni tanımıyor musun?” Değirmenci yaşlı adam, gözlerini kralın gözlerine dikerek “Majesteleri, siz kral olabilirsiniz. Ama Berlin’de yargıçlar var. Burayı benden alamazsınız. Bu toprakta adalet, taçtan da yüksekte durur” diyerek yanıt verir. Kral II. Frederick değirmencinin savunmasından etkilenir, Prusya Krallığı ayakta kaldıkça korunmasını ister. Sarayını, değirmenin yanına yaptırır, uzun yıllar burada kalan kralın bir keresinde şöyle dediği ileri sürülür:“Adalet bana her sabah, sıcak bir ekmek kokusuyla gelirdi.”
***
“Bu ülkede yargıçlar var” buna inanıyoruz, adaletin “iktidardan” yüksekte durduğuna da inanıyoruz! Tarihte çeşitli düşünürler değerlendirmelerinde “Adalet dünyadan kalkarsa insan yaşamına değer verecek bir şey kalmaz, adaletin gecikmesi adaletsizliktir, bırakın adalet yerini bulsun isterse kıyamet kopsun, insanlar ancak adaletle doyurulur, adalet önce devletten gelir, insancıl olmadıkça adil olamazsın, adaletin amacı eşitliği sağlamaktır” sözlerine yer verirler…
Ekrem İmamoğlu altı ayı aşkın süredir, Zeydan Karalar yaklaşık üç aydır bir “ihbarcının” açıklamaları nedeniyle tutuklu! Bu geçen zamanda suçlama dosyaları ortaya konmadı, çeşitli yerlerden “dayanağı” ne olduğu belirtilmeden/ “yargıyı etkilememe” kuralına uymadan birçok yeni suçlama ortaya atıldı! Kimsenin de “dur” dediği yok! “İhbarcı” suçlamayı kanıtlayınca dek “sanığa” suçlu denilemeyeceği unutuluyor başta! “İhbarcı iddialarıyla” tutuklu bulunanların eşleri, çocukları, kendilerine özgü yaşamları var; unutuluyor! En önemlisi “bu ülkede yargıçların olduğu unutuluyor”; yazık!