“Para, efendi olduğunda, insan köle olur.” Karl Marx¹
**
Değerli Okurlar, sadece bilgilendirme ve zihnimizin az da olsa "O da nedir?" diye düşünmeye ve sorgulama moduna geçmesi için bir kelime, bir kavram ama hassasiyeti olan bir konuyla beraberiz: Plütokrasi...
Bir sahne hayal edin: Bir yanda alın teriyle geçinmeye çalışan milyonlar, diğer yanda lüks villalarda, özel jetlerde veya gökdelen ofislerinde kararlar alan bir avuç elit. Ellerinde para, güç ve medya; halkın elinde ise sadece oy pusulası var ve sandıktan çıktığında gerçekten halkın lehine mi işliyor, yoksa zenginlerin cüzdanlarının gölgesinde mi kayboluyor? Friedrich Nietzsche², “Güç, zenginlikte değil, onu kontrol eden iradede yatar." diyor ancak plütokraside bu irade, halkın değil her daim elitlerin elindedir.
Soralım ve cevap anahtarlarını arayalım: Bu arada bu düzen değişebilir mi, ne dersiniz?
Plütokrasi, yani servetin iktidarı, paranın her şeyi belirlediği bir sistemden söz ediyoruz. Yunanca ploutos (servet) ve kratos (iktidar) kelimelerinden türeyen bu kavram, devletin değil, zenginlerin hüküm sürdüğü bir düzeni tanımlarken, küresel sermaye ve elitler güçlendikçe de halkın iradesi çoğu zaman paranın gölgesinde kalıyor. Hatta diğer sistemlerle de ilişkisi oluyor.Bir taraftan devlet mekanizmalarını servetin lehine şekillendirirken diğerlerini yozlaştırıyor. Mesela, meritokrasi yani liyakat düzeni ideal bir sistem olsa da, plütokrasi onu gölgeliyor. Mesela zengin ailelerin çocukları en iyi okullarda eğitim alır, prestijli işlere yerleşir ve başarıları “liyakat” maskesiyle de ayrıcalığa dönüşür. Her ne kadar “Zenginlik ve erdem, terazinin iki kefesinde; biri yükselirse diğeri alçalır.”dese de Platon³, Plütokrasi, erdemi geride bırakarak serveti yüceltiyor diyebiliriz.
Acaba, demokrasiyi de bir dekora çeviriyor mu?
Lobicilik faaliyetleri, seçim kampanyalarına yapılan bağışlar ve medya manipülasyonu, halkın iradesini zenginlerin çıkarlarına tabi kılmaktadır ki, John Locke⁴’un sözleriyle, “Adalet, zenginlerin terazisinde tartıldığında, halkın hakkı hafif kalır.”
Keza, Hannah Arendt⁵ de bu durumu şöyle açıklıyor: “Güç, halkın elinden alındığında, özgürlük bir yanılsamaya dönüşür.”Mesela, ABD’de seçim kampanyalarının finansmanı, politikacıları şirketlerin çıkarlarına bağımlı hale getirdiği yazılır çizilir.
Ayrıca, plütokrasi kamu kaynaklarının özel çıkarlara tahsisini normalleştirerek kleptokrasiyi de besler ki, Alexis de Tocqueville⁶’in dediği gibi, “Zenginlik, bir insanın elinde birikir, ama bir toplumun ruhunu da dağıtır.”
**
Türkiye’de bazı şirketlere verilen ihaleler veya mega projeler üzerinden yapılan servet transferleri bunun açık örnekleri midir? İstanbul’daki bazı mega projeler, kamu arazilerinin düşük bedellerle özel şirketlere devredilmesiyle hem çevresel hem de ekonomik eşitsizliklerin derinleştirdiği iddiasına ne dersiniz ? Max Weber⁷’in sözleriyle, “Servet, güç olmadan yalnızca bir yük; ama güçle birleştiğinde, toplumun ruhunu zincirler.”mi?
**
Tarihten günümüze Plütokrasi mi?
Tarih, plütokrasinin izleriyle dolu. Roma senatörleri servetleriyle imparatorluğu şekillendirirken, Medici ailesi bankacılık imparatorluğuyla Rönesans dönemi Floransa’sının siyasetini ve sanatını kontrol etmiş. 19. yüzyıl ABD’sinde “soyguncu baronlar”, demiryolu ve petrol tekelleriyle siyaseti adeta satın almış!... George Orwell⁸’in Hayvan Çiftliği’nde dediği gibi, “Bazı insanlar diğerlerinden daha eşittir.” yani, Plütokrasi, bu eşitsizliği sistemin temeline yerleştirirmiş!...
**
Günümüzde modern kılıklarda karşımıza çıkıyor. Mesela Jeff Bezos’un Washington Post’u satın alması, Elon Musk’ın X platformuyla kamuoyunu şekillendirme gücü, Suudi Arabistan’ın petro-dolarlarla küresel nüfuz arayışı bu sistemin çağdaş örnekleri olabilir mi?
Türkiye’de ya da gelişmekte olan ülkelerde inşaat sektörünün imtiyazlı konumu, özelleştirmeler ve medyanın tekelleşmesi, servet iktidarının yerel yansımaları mıdır? Joseph Stiglitz⁹’in dediği gibi, “Zenginler için sosyalizm, fakirler için kapitalizm, plütokrasinin özünü mü oluşturuyor?
Düşünmek gerekmiyor mu, 2008 finansal krizinin bedelini sıradan vatandaşlar ödedi. Ama sorumlu finans devleri!..
**
Zihinlerdede bir hükümranlık var mı?
Plütokrasi sadece parayla değil, zihinlerle de hüküm sürer ki,bu nedenle her daim bilgilenmek noktasında yazıyor çiziyoruz. Bakınız, sosyal medya, reklamlar ve dezenformasyon kampanyalarıyla halkın algısı şekillendirilmiyor mu?
Gelir eşitsizliğinin %1’lik kesimin servetini katladığı bir dünyada, “Çok çalışırsan sen de zengin olabilirsin” söylemi ne kadar inandırıcı olabilir ve sistemin adaletsizliklerini gizleyen bir masal değil midir?
Önümüzdeki tüketim çılgınlığı ya da bireysel başarı hikâyeleri abartılarak körüklenmiyor mu?
Michel Foucault¹⁰’nun dediği gibi, “Güç, yalnızca baskı yapmaz; aynı zamanda bilinci de şekillendirir.” Haksız mı?
**
Dijital çağ da, servet iktidarının kök saldığı bir alan oldu ancak aynı teknoloji, halkın elini de güçlendirebilir. Mesela blockchain tabanlı sistemler, kamu kaynaklarının kullanımını şeffaf bir şekilde izlemeyi mümkün kılarak elitlerin kaynakları kendi çıkarlarına yönlendirmesini zorlaştırabilir.Bu sistem,merkezi bir otoriteye bağlı olmadan, işlemlerin şifrelenmiş ve değiştirilemez bir dijital defterde kaydedildiği bir teknolojidir. Devlet ihaleleri veya bütçe harcamaları gibi kamu kaynaklarının blockchain üzerinde şeffaf bir şekilde izlenmesi, her işlemin halk tarafından görülebilmesini sağlar. Bu, yolsuzluğu ve elitlerin kaynakları manipüle etmesini engelleyerek, plütokrasinin gölgesinde yapılan servet transferlerini zorlaştırır. Mesela,bir ihalenin kime, nasıl ve hangi bedelle verildiğini herkesin görebileceği bir sistem, halkın denetim gücünü artırır vs...
Jean-Jacques Rousseau¹¹’nun sözleriyle, “Servet, güçle evlendiğinde, özgürlük yetim kalır.” Bu nedenle, plütokrasiye karşı durmak, farkındalıktan ibaret değil somut adımlar gerektiriyor diye düşünüyorum.
Bu meyanda;
Bilinçli tüketici ve seçmen olmaya ne dersiniz?
Hangi şirketlerin politikaları finanse ettiğini, hangi lobilerin hükümet kararlarını etkilediğini bilmek, oy ve tüketim tercihlerimizi yönlendirmek için hayati değil midir, mesela çevreye zarar veren şirketleri boykot etmek bir başlangıç olabilir...
Dijital Manipülasyon... Buna direnmek yani sosyal medyadaki dezenformasyona karşı teyit kültürü ve eleştirel düşünceyi alışkanlık haline getirmek DijiÇağ için çok önemli zira "Kodlanan Gelecek " adım adım geliyor.
Kolektif gücü kurmak ve korumak...
Plütokrasi bireyleri yalnızlaştırır, oysa tarih değişimin kolektif hareketlerle geldiğini de gösteriyor. Gezi Parkı protestoları, kamu alanlarını koruma mücadelesinde kolektif hareketin gücünü ortaya koydu gibi... Sendikalar ve sivil toplum örgütleri de bireysel sesleri birleştiren alanlar olmalıdır.
Eğitime ve eleştirel düşünceye yatırım yapmak belki de temel çözüm demektir. Zira,sorgulamayan bir toplum, plütokrasinin en kolay avı olacaktır. Eğitim, cehaletin pençesinden kurtuluşun anahtarıdır diye ısrarla söz ediyorum.
Son olarak,
Plütokrasi, meritokrasiyi gölgeler, kleptokrasiye zemin hazırlar ve demokrasiyi bir dekora dönüştürür. Ancak bu bir kader değil, bir tercih meselesidir. Bugün bize düşen, bireysel farkındalığı kolektif dayanışmayla birleştirmektir. Zira servet iktidarına karşı en güçlü silah, halkın örgütlü bilincidir. Bu mücadelede umut var, çünkü tarih, halkın birleştiğinde her zaman kazandığını göstermiştir.
Atatürk’ün halkçı ve devletçi ekonomi anlayışı, kamu kaynaklarının toplumun geneline hizmet etmesi gerektiğini vurgulayıp plütokrasiye karşı da bir model sunar. Onun mirasına sahip çıkmak, “Ben” değil “Biz” diyerek her zorluğu aşmak her daim mümkündür. Zira, “Türk milleti zekidir, çalışkandır.” Yeter ki birlikte yürüyelim.
Suat Umutlu/22 Eylül 2025
**
Dipnotlar:
[1]: Karl Marx, 19. yüzyıl Alman filozofu ve ekonomisti, kapitalizmin eleştirisi ve sınıf mücadelesi teorisiyle tanınır.
[2]: Friedrich Nietzsche, 19. yüzyıl Alman filozofu, güç ve irade üzerine yazdığı eserlerle modern felsefeye yön vermiştir.
[3]: Platon, Antik Yunan filozofu, ideal devlet ve adalet üzerine yazdığı Devlet adlı eseriyle felsefede derin bir etki bırakmıştır.
[4]: John Locke, 17. yüzyıl İngiliz filozofu, bireysel özgürlükler ve toplumsal sözleşme teorisiyle modern demokrasinin temellerini atmıştır.
[5]: Hannah Arendt, 20. yüzyılın önde gelen siyaset filozoflarından biri, totaliter rejimler ve özgürlük üzerine çalışmalarıyla tanınır.
[6]: Alexis de Tocqueville, 19. yüzyıl Fransız siyaset düşünürü, demokrasi ve toplumsal eşitlik üzerine yazdığı eserlerle bilinir.
[7]: Max Weber, Alman sosyolog ve filozof, modern bürokrasi ve kapitalizmin toplumsal etkileri üzerine eserler vermiştir.
[8]: George Orwell, 20. yüzyıl İngiliz yazarı, totaliter rejimler ve toplumsal eşitsizlik üzerine yazdığı Hayvan Çiftliği ve 1984 ile tanınır.
[9]: Joseph Stiglitz, Nobel ödüllü Amerikalı ekonomist, gelir eşitsizliği ve küresel kapitalizmin eleştirisiyle tanınır.
[10]: Michel Foucault, Fransız filozof ve tarihçi, güç, bilgi ve toplumsal denetim mekanizmaları üzerine çığır açan analizleriyle bilinir.
[11]: Jean-Jacques Rousseau, 18. yüzyıl Fransız filozofu, toplumsal sözleşme ve özgürlük üzerine yazdığı eserlerle modern siyaset felsefesine yön vermiştir.