Aşağıda Rıfat Ilgaz’ın anılarından alıntılar var. Ben konuları dağıtmış olabilirim. Lütfen, siz bir fikir bütünlüğü altında toplayınız. Tek kelimesine dokunmadan olduğu gibi paylaşıyorum.
ÖĞRETMENLİK VE EĞİTİM
Öğretmenlik, yalnız ders anlatmak değildi; yoksulluğu, korkuyu ve umudu aynı anda taşımaktı. Çocuklar açken müfredat ağır gelirdi; ama kimse bunu kitaplara yazmazdı.
Bir öğretmen, susarak da yanlış öğretebilir. Okuldan atılmak, meslekten değil; hayattan kovulmak gibiydi.
YAZARLIK VE DÜŞÜNCEYİ PAYLAŞMAK
Bir yazının ne zaman suç olacağını yazarken değil, basıldıktan sonra öğrenirdik. Düşünce, matbaadan önce savcılığa uğrardı.
Kalemi elinden alınan yazar, susmaz; içinden konuşmaya başlar. Yazmak bir meslek değil, yakalanma riskidir.
Baskı, Fişleme ve Korku
Fişlenmek, adınızın sizden önce karakola gitmesiydi. Kapı her çaldığında, misafir mi polis mi diye düşünmek insanı yaşlandırır.
Korku, yasalarla değil alışkanlıkla yerleşir. Karartma gecelerinde sadece sokaklar değil, insanlar da karartıldı.
Işıkları söndürmek kolaydı; düşünceleri karartmak için ise korku gerekiyordu. Gece uzundu ama sabahın suç sayılmadığı zamanlar da oldu.
Savaşta ölmekten çok, yaşarken susmak yoruyordu
MİZAH, İRONİ VE DİRENİŞ
Gülmek, yasaklı zamanların en ciddi eylemiydi. Bizi hapse atanlar, alay etme yeteneğimizi hesaba katmamışlardı.
Mizah, çaresizliğin terbiyeli isyanıdır. Hababam, gülerek direnmenin adıdır.
YOKSULLUK, HASTALIK VE HAYATTA KALMA
Verem yatağında öğrendim: Ya yazacaksın ya da iyileşmeyeceksin.
Yoksulluk insanı eğmez; ama suskunlaştırabilir. Açlık, edebiyata değil; insanın sabrına dokunur.
İNSAN, VİCDAN VE UMUT
Yoruldum ama umudu dinlendirmek hiç aklıma gelmedi. Bir ülkenin vicdanı, en çok şairlerin ve öğretmenlerin sırtına yüklenir.
Kaybettiğimiz şey cesaret değil; cesareti yalnız bırakmamızdı.
Hayatım yokuş yukarı geçti; ama geri dönmeyi hiç düşünmedim.
DİYECEKSİNİZ Kİ,” NEREDEN AKLINA GELDİ, BUNLAR?”