ANAYASA VEYA REİSİN IŞIĞI: AŞAĞIDAKİ DİYALEKTİK
Manşet Haber 18.10.2020 22:28:44 0

ANAYASA VEYA REİSİN IŞIĞI: AŞAĞIDAKİ DİYALEKTİK

ANAYASA VEYA REİSİN IŞIĞI: AŞAĞIDAKİ DİYALEKTİK

Bizde nur ve ışık çok. En başta Dokuz Işıkçılar, Nurcular duruyor. Askerin, iç işlerinin, şimdi Anayasa Mahkemesinin ışıkları birbirine karışmış bulunuyor. Diyanet, din tarikat öne çıkarken MEB’in, bilimin meşalesi pek gerilerde kalmış, pek esamesi okunmuyor.

Anayasa Mahkemesi kararlarını hükümet ve yerel mahkemeler yok sayıyor. Meclis Başkanı yok sayıyor. Cumhurbaşkanı veya kendi sevdiği sıfatla “Başkan”, AKP’lilerin söylemiyle “Reis” yok sayıyor.

Anayasa Mahkemesinin ışıkları veya çalışmaları İçişleri Bakanlığının ışıkları veya karşı hamleleri ile bastırılmaya çalışılıyor.

Anayasa Mahkemesi en azından bizim kavşaktan geçerken bizim ışıklara uy, en azından “Kendi koyduğun kurallara bari uy” diyecek oluyor da AKP ve MHP zaten “ışık” da “kural” da “benim” demeye vardırıyor işi.

Anayasa soyu pek yok, yasalar pek yerli ve milli sayılmıyor, bir tarafta büyük reis, yanında Bahçeli ve Soylu ataerkil düzen pek milli ve yerli sayılıyor, çok soylu sayılıyor. Nereden geliyor bu yerli ve milli soyluluk?

YUKARIDAKİ DİYALEKTİK AŞAĞIDAKİ DİYALEKTİK


Türkiye’nin de dünyanın da en güncel sorunu eşitsizliktir, adaletsizliktir. Eşitsizlik ve adaletsizlik aynı zamanda özgürlük sorunudur. Özgürlük bilinç sorunudur. Bilinç de irade (cesaret) sorunudur.

Yaşadıklarımız; bilgiyi insan, toplum ve doğayı dikkate alarak, bütünü anlama (teori) ve yaşama duyarlılıkla oluşacak bilince dönüştürme (Daha doğrusu dönüştürememe) sorunudur. Büyük diyalektik budur.

Ancak diyalektik illa yukarılarda oluşmak durumunda değil.

Diyalektik illa da felsefe ile dünya görüşü arasında olmak durumunda değil.

Diyalektik anayasa ile gelenek arasında olmak zorunda değil.

Diyalektik öyle çok da ciddi ve büyük konularda olmak zorunda değil.

Diyalektik çok daha aşağılarda aşağı düzeyde de işleyebiliyor.

Türkiye’de diyalektik felsefe ile bilim, bilim ile dünya görüşü arasında değil maalesef daha aşağılarda dünya görüşü ile dünya görüşü arasında bile değil, müteahhitler arasında, taşeronlar arasında, tarikatlar arasında oluşuyor.

Türkiye’de diyalektik özne ile nesne arasında değil, özneleşememişler arasında geçiyor.

Bizimkisi, ABD, Batı, Hıristiyanlar, küresel sermaye ile çelişkiler halinde falan değil, keşke en azından o düzeyde olsaydı, küresel olanla yerel arasında değil yerel ile yerel arasında geçiyor.

ABD’nin Batı’nın Türkiye’de oluşturdukları ve en çok destekledikleri dernek, vakıf, sendika, oda, parti, tarikatların başında hangisi sayılabilir diye sorulsa yakın tarihte “Komünizmle Mücadele Dernekleri” sayılabilir.

FETÖ, METÖ, Akıncılar, Nurcular, Işıkçılar, MTTB-Milli Türk Talebe Birliği, Ülkü Ocakları… komünizmle mücadelede nerede duruyorlardı diye ikinci soru sorulabilir.

Yani NATO, Batı, Vatikan, ABD vb. yerli milli olan bunlarla çelişkili değil, tam tersine Uğur Mumcu’nun “Rabıta”sında dillendirdiği üzere bunlar temaslı.

Ana çelişki veya diyalektik gerek Batı’da gerek Doğu’da veya herhangi bir yerde çıkar gruplarıyla akıl bilim felsefe arasında bulunuyor, eşitlik ve özgürlük mücadelesinde bulunuyor.

SINIFIN ZÜMREN PARTİN NEYSE DİYALEKTİĞİN O


Türkiye’deki zümre ve sınıflar, dayanışma, parti ve güç birlikleri nelerdir, kimlerden oluşuyor?

Türkiye’de en köklü diyalektik, hatta oluşamayan diyalektik akıl bilimle Batıcı veya yerli gelenekçiler, müteahhitler, taşeronlar, tarikatlar, eşraflar arasında yer alıyor. 1770’lerden beri akıl ve bilimin bir oluşum mücadelesi var. Oluşabilirse ana çelişki bunlarla geriye kalanlar arasında bulunuyor.

Büyük bir uygarlık oluşturulamadığına göre, sınıf, zümre, güç birlikleri neyse küçük diyalektik de onlar arasında bu kadar oluyor.

GÖSTERENİ ‘ADALET’, GÖSTERİLENİ ‘ADALETSİZLİK’, GÖSTERGE VEYA DÜZEN ‘KEYFİ REİSLİK’


Osmanlının kuruluş mitlerinden günümüze, özellikte de sağ yerli milli cenahta “adalet” vurgusu yapılıyor, “Adalet mülkün temelidir” diye her yere yazılıyor. Parti dernek adları adalet uzantısı taşıyor. Diğer partileri de “adalet” diye çığrıştırıyor.

Gösterge bilim, gösterenin (mevcut örnekte “adalet”) neyi gösterdiğine, aslında gösterilenin ne olduğuna odaklanarak düzeni veya göstergeyi ortaya çıkarmaya çalışır. Anlam bilim veya gösterge bilime göre “adalet” göstereni, adaletin bu kadar şarkı, türkü, deyiş, şiir, söyleme konu olması “adaletsizlik” gösterileni olarak yorumlayacaktır. Neden “adalet”e gönderme yapıyoruz, çünkü adaletsizlik çok yaygın bulunuyor. “Adalet” arayışına dayalı “adaletsizlik” durumunun oluşturduğu gösterge “keyfi otoriterlik” veya “kuralsız despotizm” oluyor. Osmanlı rejimi Batı’da böyle anılıyordu, onlarınkisi “kurallı despotizm”, Osmanlınınkisi “kuralsız despotizm”.

GÖSTERENİ ‘DİN-CENNET’, GÖSTERİLENİ ‘ÇIKAR-GÜNAH-CEHENNEM’, GÖSTERGE VEYA DÜZENİ ‘MÜTAŞERİK OTORİTERYANİZM’


Çok din-diyanet aslında çok çıkar, çok günah, çok cehennem mi gösteriyor; böyle yaygın din diyanet söyleminin oluşturduğu yapı, göstergesi ne oluyor?

Cumhuriyet dönemi için “askeri otoriteryanizm”, “bürokratik otoriteryanizm”, “vesayetçi demokrasi”, “komprador burjuvazi” vs. bir şeyler söylenirdi de şimdilerde Yeni Osmanlıcılık hakim hale gelmiş artık bu tür “otoriteler” kalmamış, otoriter dönemde geçerli olan zayıf da olsa mahkemeler, üniversiteler, medya vb. neredeyse tümden tasfiye olmuş veya tümden etkisizleştirilmiş, yerine yeniden “kuralsız despotizm”, “patrimonyalizm”, hatta bununla da  tam örtüşmeyen  daha “yeni” formu “mütaşerik otoriteryanizm” geçmiş bulunuyor: Müteahhit, taşeron, din-tarikat-şeriat tayfası Anadolu coğrafyasını üst tutmuş bulunuyor.

Çelişkisi ne ola? Diyalektik nasıl sürecek acaba? Kimin ışığı daha baskın çıkacak? Aydınlanmanın, bilimin, üniversitenin, insan haklarının hali ne olacak?

BÜYÜK DİYALEKTİK


Geleceği bugünden kestirmek zor. Ancak şu kadarı açık ki küçük diyalektik ne yaparsa yapsın en büyük çelişkisi büyük diyalektikle bulunuyor. Diyalektiğin büyüğü uygarlaşım çelişkilerinden oluşuyor.

Demem o ki okullarımızdan, üniversitelerimizden, bilim, felsefe ve sanattan vazgeçmeyelim; hak ve özgürlüklerden vazgeçmeyelim. Yoksa küçüğüne mahkum olmaya devam ederiz.

Yukarıdaki diyalektik felsefe ve bilim ise aşağıdaki diyalektik din-diyanet-dünya görüşlerinden ibaret kalıyor. Küçük diyalektiğin büyük tarafları müteahhit, taşeron, tarikat-şeriat oluyor. Böyle durumlarda büyük diyalektik yani akıl, bilim, hak hukuk hürriyet zor yeşeriyor.

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°