“BENİ BU HAVALAR MAHVETTİ…”

“BENİ BU HAVALAR MAHVETTİ…”

 

Bu ülkenin insanı “yardım” yapılan yerlerde kuyruklar oluşturur, covid 19 nedeniyle açıklanan önlemler paketinin içine koyulan “yüz lira” için sevindirik delisi yapılır, yurttaşlar pazar atıklarının bulunduğu yerlere birikir, emekçiler “açlık sınırı” dedikleri bedelin altında aylıkla geçinmeye zorlanır, salgın gerekçe gösterilerek yasaklar konulur/ uymayanlara cezalar kesilir/ gece bekçilerince boyunlarına diz koyularak dövülür…

Yaşananlar yalnız bu mu ki? Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu yabancıya hoş görünmek adına “turistin görebileceği herkesi mayıs sonuna kadar aşılayacağız” dedi, sonra dediklerini anladığımız dilde konuşmasına karşın/ başkaanlam çıkarmaya çalışanlara 'turist dediğimizde neden akla sadece yabancı turistler geliyor” diye sordu!

Yıllardır, ülkemizi “yurt edinen” Suriyelilerin; bu ülkenin geçiminde, merkez bankasının boşaltılmasında, yurttaşın yoksullaşmasında, emeğin değer yitirmesinde, kaçak işçiliğin yaygınlaşmasında, hakların çiğnenmesinde ne denli etken olduğu söylenmedi nedense!

Kulakları çınlatan söz şu:

“Açlığa diren; geleni doyur/ hoşnut et!”

***

Giyinmeden giyiniyormuş gibi, yemeden yiyormuş gibi, sevinmeden seviniyormuş gibi, yaşamadan yaşıyormuş gibi yapmak mı kaldı bu ülkenin insanına?

Sokağına çıkamıyorsun, denizine gidemiyorsun, toprağında üretilecek ürün yiyemiyorsun, köprisinden gidemiyorsun, havasını soluyamıyorsun…

Bir de covid 19 kıskacı var; “bilim” midir, “bilen” midir/ insanların konuştuklarından kafalar karıştı! Bilim yanlısı mı, yoksa “bilimci” mi anlaşılmayan yaklaşımları karşısında hangi denilenlere inanacağı konusunda ikircikler dolu…

Onbeş ay boyunca evlerin kapısına dek getirilen, evdekilere “belirtiler” oluşması durumunda kullanılması salık verilen hidroksiklorokin ilacının neden birden “kullanımının” durdurulduğu, bu güne değin “kullanımdan” dolayı nasıl bir etki gösterdiği, daha önce bazı örgütlerden tepki gelmesine karşın neden dinlenmediği belirsiz!

Şaka gibi…

Bir de, bugün sosyal medyada gördüm. Onbeş ayda kırkdörtbin can kaybı olmuş, ortalama her ay ikibindokuzyüzotuzüç… Güne böldüğümüzde de doksansekiz kişi yaşamını yitirmiş ülkemizde…

Soru şu: seksenmilyon nüfusu, seksenbir ili olan bir ülkede, günlük ortalama doksansekiz kişinin yaşamını yitirmesi “salgın” anlamına gelir mi?

Bu hesaplama sosyal medyada yer aldı bugün; hidroksiklorokin ilacının ardından aklı zorlamıyor mu?

***

Gün ortasında, Marmaris’ta yaşayan Adanalı bir dostla görüştüm. İlginç kaygılarından söz etti. Üzerinde “aşılıyım” yazılı maskeyle turist karşılayan çalışanların yer aldığı videodan söz etti!

Gördüğümü, söyledim! Ne düşündüğünü sorduğumda da, “bu yıl yabancı beklentim yok, o umudu yitirdik, bu video da ölçüsü oldu” dedi; kaldık mı biz bize?

Yabancı turist, ülkesinden aldığı “bir aylık” dinlence ödemesiyle; ülkemizin en güzel yörelerini, en güzel denizlerini, en temiz otellerini başları ağrımadan/ gelecek ay ne olacak korkusu yaşamadan gezebilecekti/ dinlenebilecekti/ gidebilecekti!

Ne olacağını İngiliz The Economist dergisi yazdı, şöyle dedi: “Türkler evlerinde mahsur kalırken, ülke yabancılara kaldı.”

Geçen yıl dolar ne kadardı, ya da bir önceki yıl; harcamakla bitmez!

Ama altını çizelim; ülkemizdeki “emeğin” fiyatı yerlerde, “geçim” diplerde, “doyum” yok!

“İktidar”, emeklisine üç yıl sonra verdiği “yüz lira” ile kendine övgüler dizdi, bir de; bin liraya yüz lira, demek ki her yıl için otuzüç lira, bu da yıllık yüzde üç virgül üçeder! Çok bile, değil mi?

Bir aylıkla “nereden/ nereye” gidebileceğinizi, gitseniz de “yıl boyunca” çekeceklerinizi düşünmek zorundasınız!

Dünya kendi ülkesinin yurttaşına bu denli “kayıtsız” kalınmayı, ayrıca düşünce yapısını anlamaya çalışmış olmalı ki yaptırımlarını gösterdiler; başta uluslararası Şampiyonlar ligi karşılaşmasını geri çektiler!

Denize kıyısı olan kentlerimiz hazırlıklarını ne denli yapmış, her nedenli onyedi mayıstan başlayacak “dinlence sezonunun” açılmasını bekliyor olsalar da…

Marmaris’te yaşamını sürdüren dostun “bu yıl yabancı beklentim yok, o umudu yitirdik ”sözünü önemsiyorum!

“Pirince giderken, bulgurdan olmak” mı deniyordu buna?

***

Bu ülkenin insanı da yaşamak, doymak, dinlenmek zorunda…

Daha dün bayramı kutlandı bu ülkenin insanının; bir yandan da “yardımlara el açar” duruma getirildi, yabancı için “ayara” sokulmaya çalışıldı, sokaklar cezalı alanlar oldu, yaşamak “yasal elma”…

Bir de sınırlar öteye koşmaya hazırlanmalar yok mu, bir de sınır ötesi için çığlıklar yükseltmek yok mu, bir de alanları sınır ötesi için açmak yok mu?

Orhan Veli’nin dediği gibi;

“Hep böyle havalarda nüksetti;

Beni bu (…) havalar mahvetti.”

Oktay EROL

19.05.2021 16:51:49

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.


VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI

GÜNÜ FOTOĞRAFI:

RESMİ AÇILIŞISI HİSARCIKLIOĞLU YAPTI

CHP’DEN 23 NİSAN KUTLAMASI