“BİR MUSİBET…”
GÜNCEL 16.02.2021 13:56:33 0

“BİR MUSİBET…”

“BİR MUSİBET…”


Sabah sütçüyü beklerken, piyasada oluşan fiyat artışları nedeniyle kaygılarını anlatan bir kadın şunları söyledi:
“Evden dışarı çıkılır gibi değil. Hele çocukların elinden tutularak sokakta, pazarda gezecek gün kalmadı! Markete gideceğim zaman gizlenerek, çöp atacağım diyerek, başka gerekçeler bularak çıkıyorum!”
Bir diğeri ondan da dertli, “koca işsiz, çocuklar işsiz, ekmek alırken bile hesabını yapıyoruz” dedi.
Genç bir adam konuşmalara katıldı, şunu anlattı:
“Yeni evliyim, çocuk bekliyoruz. Aldığım aylık inanın yemeye yetmiyor! Doğalgazı iyice kıstık, çoğu zaman yakmıyoruz da! Zaten elektrik faturası, su faturası el yakmaya yetiyor! Geçen gün söyledi, duydunuz sanırım; süte de her an için zam yapılabilirmiş!”
Orta yaşlı bir kadın, belli/ belirsiz gülümseyerek “böylesini görmedim dersem inanın, her yönden savruluyoruz. Sütçü de zam yapmak zorunda bırakıldı, sebzeci de, üretici de… Asıl üretime verilen zarar çok önemli, üretici üretimden bir koparsa işte o zaman görürüzaya mı gidiyoruz yoksa aya mı gidiyoruz” dedi.
Yurttaş sütçüyü beklerken, ekmek/ iş/ aşı/ test kuyruğunda bunları konuşuyor!
Bir “kurallara uyun” çağrısına kulak asmayan kongrelerde bunlar konuşulmuyor!
***
Eskilerin sıkça yinelediği “bir musibet bin nasihatten iyidir” tümcesi burada yerini buluyor!
Nasıl bulmasın ki?
Yurttaşın elini attığı her yer zorluklarla dolu! Yaşamla bağlantı kurmakta zorlanıyor, toplumsal ilişkileri düğüm olmuş, gereksinmesini sağlayamıyor, çocuklarını sevindiremiyor, gönlünce isteklerine kavuşamıyor…
Geçtiğimiz günler Sevgililer Günü’ydü anımsarsınız…
Aylardır pırlanta reklamını yapan firma, estetikle değiştirilmiş yüz taşıyan oyuncuya “her kadın” için ürününün gerekliliğini söyletiyordu!
O pırlanta takılmazsa kadın “kadın” olmayacak sanki, kadının “hakkı” elinden alınacak sanki…
Buna benzer bir sürü “tüketimi” tetikleyici eylemler…
Ne yaşananı biliyorlar, ne acıyı seziyorlar, ne de “hakkı” sağlayacak gücü olmayanları düşünüyorlar…
Güldürmeyin, yurttaşın onu “hakkı” bulacak yerleri ağrılı/ şiş/ edilgen/ duyarsız…
Doyma, barınma, kendini korumanın peşinde…
***
İnsan yaşamını sürdürmek için yemek, yaşamsal gereksinmelerini sağlamak zorunda…
Pırlanta ne yaşamsal bir gereksinim, ne de bireysel bir “hak”… Kapitalizmin makyajı, süslü yanı, kadını objeye tutsak etme çabası…
Yaşamsal gereksinimin sağlanabilmesi için “üretimin” önünün açılması gerektiği, söyleniyor!
Hayvansal ürün süt, bunun başlarında yer alıyor!
Canlı için yaşamsal bir gereksinimdir, besleyicidir, koruyucudur…
Tüketici “zam gelecek” korkusu yaşarken;üretici yemi nasıl alacağını, sütünü sağdığı hayvanı nasıl daha sağlıklı/ nasıl daha verimli olmasını sağlayacağını düşündüğü açık!
CHP’li Ömer Fethi Gürer “geçen yıldan bu yana başta sanayi yemi, küspe, saman, yonca olmak üzere yem fiyatları iki kat arttı” derken, üreticinin zorluklarının yabana atılamacağının altını çiziyor!
Şöyle düşünelim;
Üretici, üretim sırasında geçmişte yükselen kurdan kaynaklı artan girdilerinden/ şu an kurun düşmesi kimi çevrelerde bayram sevinci uyandırmasına karşın girdi fiyatlarında düşüş yaşamaması “musibet” olmalı!
Üretirken zarar verenler,
Tüketirken zarar verenler,
Doyarken zarar verenler…
Hep “nasihat” vermekle çene yorsalar da, yurttaşın yaşadığı “musibet”…
***
“Musibet”, sözlükte “ beklenmedik bir zamanda gelen kötülük, sıkıntı veren durum” diye tanımlanıyor!
“Nasihat”, “öğüt”…
“Musibet”, acı verir, iz bırakır, yara açar! “Nasihat”, kulağı yalar geçer, çoğu zaman!
Covid 19 sürecinde olsun, daha öncesinde oldun yaşananlar iz bırakmayacak gibi, acı vermeyecek gibi değil!
Şu an toplumda kaç kişinin şiddet eğilimli olgularla karşılaştığını bilmesek de, her gün yükselmekte olduğunu biliyoruz!
Şu an yaşamlarını sürdürebilmek, gereksinmelerini sağlayabilmek için borçlanmaktan kaynaklı verdikleri evrakları ödeyemeyen yurttaşların icra dosyaları kabarmayı sürdürüyor!
Yurttaşın yaşananlardan dolayı karşılaştığı “musibet” duracak gibi değil! “İktidar” öğüt vermeyi sürdürüyor…
***
Herkes ne yaşadığını bilse de,
Herkes “musibetten” ders çıkarmayı istese de…
“İktidarın” değirmenine “su dökmeyi” sürdüren “muhalefet” anlayışıyla bir yere varılamayacağı “musibetin” karşılık bulamayacağı da biliniyor!
Şu an CHP yönetimi koşuşturuyor, yurttaşın arasına giriyor, esnafın sorunlarını dinliyor, “sözde” demokrasi dersi veriyor, kendini yineleyen “salı toplantıları” düzenliyor, yıllardır “-cak, -cek” diyor, yerel yönetimlerin başarısından söz ediyor…
Bunca “musibete” karşın, beslenmenin el yakmasına karşın, üreticinin/ tüketicinin yüreği kanamasına karşın “muhalefet umut” vermiyor!
Daha açık, daha net, daha somut nasıl anlatılır ki bu?




YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°