BİR YUDUM AŞKA HARCANAN BİR KOCA HAYAT
Manşet Haber 2.06.2021 17:24:43 0

BİR YUDUM AŞKA HARCANAN BİR KOCA HAYAT

BİR YUDUM AŞKA HARCANAN BİR KOCA HAYAT

Zarife’nin gözleri Hasan’ın gözlerine ilk değdiğinde kaybolduğu bir okyanusta sığındığı bir limandı adeta. Demirlediği son aşk ve gideceği son ülke olmalıydı Hasan’ın gözleri. İşte Hasan’ın okyanus gözleriyle, Zarife’nin okyanus kalbi yer ve gök misali aşkın ufkunda kenetlenmişti. Çorak bir toprağın muhtaç olduğu bir yağmur bulutu gibiydi ikisi.

Hasan zamanın Amerikalı aktörlerine benziyordu. Upuzun boy, dalgalı sarı saçlar, keskin yüz hatları, kibirli ve dik bakışlar… Bir aktör edasıyla üstü açık kırmızı arabasına binip iniyordu. O mahalleye geldiğinde tüm kadınlar pencereye koşardı görmek için. Yoluna çıkan kadınlara hafif tebessüm ve baş hareketiyle verdiği selam, asil ve kibar bir İngiliz lordunu anımsatıyordu. Bu yüzden her araba sesine koşuyordu tüm kadınlar pencereye…

Zarife’yle Hasan bir kır düğününde tanıştılar Tarsus’ta. Zarife tüm narinliğiyle Hasan’ın karşısında bez bebek gibi duruyordu, mor saçları koyu kahverengi gözleri ve pürüzsüz bakışlarıyla… Sütte leke var Zarife’de yoktu. Başı dönmüştü, gözleri karamıştı Hasan’ın bu masum güzellik karşısında. Aniden putlaşmıştı bu iki âşık kalp, hiç kımıldamadan bakışıyorlardı. Hayal ve gerçek karışmıştı birbirine. Gördükleri iç içe bir rüyamıydı ya da tek kişilik miydi acaba? Fakat gerçek olan tek şey, ikisi de aynı rüyayı görüyordu. Ve uyandıklarında ilk iş bu rüyayı gerçekleştirmek olacaktı.

Hasan düğün ertesi annesini ve babasını göndererek ailesinden acilen Zarife’yi eş olarak istedi. Allahın emri yerine geldikten sonra nikâh işlemlerine başladılar. Her şey 3 günde gerçekleşmişti. İki aile de şaşkınlık içindeydi. Henüz düğün planları bile yapılamadan nikâh gerçekleşmişti. “Bir hayır var” diye düşünüyorlardı iki taraf. Hasan ve Zarife aşkın ilkbaharını yaşadıklarından bu tür hesaplara ayıracak zamanları yoktu. İkisine de mutluluktan kanatlar takılmıştı, ayakları yerden kesilmiş, uçuyorlardı evrenin derinliklerine. Gözlerindeki parıltılar gülüşlerine yansıyor ve etrafına ışık saçıyorlardı. Venüs ve dünyanın yüzyılda bir yakınlaşması gibiydi, karşılaşmaları. Tüm Tarsus elinde teleskoplarla bu aşkı izliyordu gündüz gece. Dilden dile dolaşıyordu yürüdükleri yollar ve oturup bakıştıkları parklar. Gecede yıldız gibiydi aşkları, gündüzde güneşti. Karanlıkta daha çok parlamaları ve aydınlıkta gözleri kamaştırmaları bu yüzdendi. Bu aşkla gözlerini dünyaya açmıştı zarife, yürümeyi de bu aşkla öğrenmişti. Hasanla karşılaşana kadar, zarife hiç sokakta yürümemişti. Ne zaman dışarı çıksa tutunacak yer arıyordu koca caddede kendine. Oysa şimdi O, aşka ve mutluluğa yürüyordu. Kimse onu alıkoyamazdı yolundan. Bazen kendini bir denizin üzerinde yürüyormuş gibi hissediyordu, bu yüzden kendinden bile saklıyordu bu yürüyüşü, “Farkına varırsa büyü bozulur ve denizin derinliklerinde gömülür diye”. Aşk ateşi sarmıştı bu iki aşığı, sonsuza yürüyorlardı. Tenlerine aşk sinmişti, en dingin rüzgârlar bile alıp getiriyordu kokusunu. Ihlamur, menekşe, hanımeli, limon çiçeği kokuyordu Tarsus bu aşk sayesinde.

Aşka dair her şey kanatlanmıştı, kelimeler havada uçuşuyordu. İlkbahar yağmuru gibiydi sevgileri, dinmek bilmiyordu. Hücrelerine kadar sırsıklam olmuşlardı aşk yağmurunda. Mutluluk sarhoşuydu geceleri, ne sözcükler yetiyordu bu aşkı tanımlamaya ne de ay ışığı. Aşk öyle bir çalmıştı ki kapılarını titriyorlardı mutluluktan. Derin bir özlem vardı, bedenin derinliğindeki ruhta ve susuz bir aşk yatıyordu ruhun altındaki bedende. Ancak bir aradayken tamamlanıyorlardı. Yaşamları siyah beyaz bir tablodan kurtulmuş ve birkaç fırça darbesiyle renklenivermişti birden. Gündüzlerin maviliği, yıldızlı geceler ve lacivert akşamlar onlarındı.

Bir damla mutluluktan bir koca okyanus yaratmışlardı, büyüdükçe büyüyordu. Kendilerini bir duygu seline bırakmışlardı, kurtarılmak istemiyorlardı.

Yarım asır gibi süren bu birlikteliğin otuzuncu gününde Hasan sessiz sedasız Kuveyt’e gitti. Ne bir haber bıraktı ardından ne bir mektup. Zarife sabah kalktığında her bir parçasını bir yerde buldu sanki. Hasan hayatına bir tusunami gibi girmiş ve giderken onarılması zor bir hayat bırakmıştı Zarife’ye. Bedeni sanki bir göçük altında kurtarılmayı beklerken ruhu bedenden çoktan ayrılmıştı. Zarife kısaca yaşayan bir ölüydü. Üzerine aniden doğan mutluluk güneşi, kör etmişti gözlerini. Gökyüzünü elinden almışlardı unutmuştu kuşların uçuşunu. Sil baştan hayata başlamak öyle kolay gözükmüyordu. Tedavisi zor bir hastalığa yakalanmıştı Zarife ve adı “umutsuz bir aşk’tı”.

Zarife tam bir yıl kimseyle konuşmadı, kimse de Zarife’ye soru sormadı. Tarsus sabırla bekledi Zarife’nin alfabeyi tekrar sökmesini. Türküler yaktı Hasan’a şarkılar yazdı ancak böyle dile geldi zarife. Zarife’nin o yanık sesi pencerelerin dışına taştığında seyyar satıcılar bile sesini keser onun şarkısının bitmesini beklerlerdi sokakta. Gözyaşlarına boğuluyordu caddeler. Türkülerinin ve şarkılarının öyküsü tüm Çukurova’ya yayılmıştı, dolaşıyordu dilden dile. Zarife bir komadan uyanır gibi hayata gözlerini açtığında” Hasan gelecek” dedi. Hiç ümidini kaybetmedi bekledi, bekledi bekledi… Ama Hasan gelmedi.

Hasanın gelmeyişinin üçüncü yıldönümünde aklı başında insanlar toplanıp Zarife’nin evine gittiler, bu meseleyi unutması ve hayatına çekidüzen vermesi için. Zarife hep aynı şarkıyı mırıldanıyordu, “O gelecek” dedi. Hasan’ın uğruna harcanıyordu Zarife’nin gençliği.

Zarife bekleyişin onuncu yılındaydı, Hasan’ın Kuveyt’te evli olduğu haberi, dalga dalga yayıldı bir anda Tarsus’a. Bu Hasan’ın gidişinden daha ağır geldi Zarife’ye. Hemen soluğu mahkemede aldı ve tek celsede boşandı. Aslında hâkim de bu günü bekliyordu, Zarife’yi bu acıdan kurtarmak için. Asıl acı ve ümitsizlik, boşanmadan sonra başladı Zarife’de. Ruhunu koyu karanlıklara gömdü.  Kışa çevirdi bedenini, buz dağlarıyla örttü kendini. Artık çözülmek için ne ilkbaharı ne de yazı bekliyordu. Aşkının henüz baharında solan bir gül gibi ölünceye kadar açmayacaktı ve bunun sebebi de Hasan’dı.

Çevrenin baskısı olmasaydı Nevzat beyle evlenmeyecekti. Gençlik aşkla beraber hep birden çekip gitmişti. Vakit çok geç olmadan “belki bir çocuğu olabilir” diye Zarife de bu evliliğe sıcak bakmıştı. Nevzat bey’in aslıda çocuk isteği yoktu, hazırda iki çocuğu vardı zaten. Eşi kanserden ölmüş, çocuklarına bakacak birini arıyordu. Bu yaştan sonra da ancak eşinden boşanmış ve eşi ölmüş biriyle evlenebilirdi Zarife, artık kendisi de inanmıştı bu duruma.

Evlendikleri ilk gün, eşine hoş görünmek için dudağına sürdüğü ruj, kötü sonun başlangıcı oldu Zarife’nin evlilik yaşamında. Nevzat bey, yatak odasına geldiğinde Zarife’nin o dupduru yüzünde çiçek gibi görünen rujlu dudağını görünce, saçlarından tutup aynaya yapıştırdı. Odanın her tarafına kanı bulandı, Zarife’nin, tüm ön dişleri döküldü bir anda. Ertesi gün gittiği diş hekimi Zarife’nin merdivenden düştüğüne asla inanmadı. Zarife ser verdi ama sır vermedi doktora. Eşinin işkencelerinin ardı arkası kesilmiyordu, yüzü gözü hep morluk içindeydi Zarife’nin. Her defasında düştüğünü söylüyordu. Bu arada hamile kalmıştı zarife. Nevzat beyin çocukları miras bölünecek diye istemiyorlardı bu kardeşi. Onlar da Zarife’yi hırpalamaya başlamışlardı. Zarife doğumunda yalnızdı, Ne nevzat bey ne de çocukları vardı. Ve yine vücudu morluk içindeydi. Doktorlar ailesini çağırdı ve ailesi boşanma davası açtı, boşandı Nevzat beyden. Bir on yıl da nevzat beyin işkenceleriyle geçmişti. On yıl ruhu on yıl da bedeni işkence görmüştü Zarife’nin. Şimdilerde oğlu Ürün onun tek yaşama hevesi. Yaşadığı tüm zorlukların bedeli “Ürün”. Ürün geceleri uyuduğu zaman, Zarife başucunda yaşadığı tüm acılarını sessizce onunla paylaşıyor saçlarını okşayarak. Bir yudum Aşk uğruna harcadığı koca hayatını anlatıyor Ürün’e. Belki duyuyor belki de duymuyor Ürün ama tüm kalbiyle hissediyor annesinin yaşanmışlıklarını. Bu yüzden doktor olacağını söylüyor Ürün herkese her fırsatta. Belki de yaralarını ancak o tamir edecek anneciğinin.


YAZARLAR

31.6° / 17.1°