BİRBİRİMİZE KATLANAMIYORUZ; NEDEN?

BİRBİRİMİZE KATLANAMIYORUZ; NEDEN?

Yanlarımızı saranların doğan güneşe, göğün kararmasıyla diz ilen yıldızlara, havadaki pusa, yağan yağmura, açan karanfile, verimsiz ağaca, toprağa düşen yabancı marka tohuma, kuşların cıvıldamasına, trafiğin can almasına, karşısındakinin yurt sevgisine, işsiz kalışına, inancına, adaletsizliğine, doyumsuzluğuna, caddelerin oto park oluşuna, yolların daralışına, ulaşımın bozuluşuna, yaşanan korkulara söylenecek ‘ne’ varsa deniyor aslında…

Ülkemizdeki eğitim sisteminin durumu, NBŞ konusu, ittifak, ekonomi, İncirlik, asgari ücret, açlık sınırındaki yurttaş, kenti kaplayan çok katlı binalar, çevreyi talan etme yarışı konuşuluyor…

Bir işyerinde, bir parkta, bir çayevinde, bir uzun yolculukta…

Konuşuluyor da; politikacıların birbirini anlamadığı gibi, birbirine dayanamadığı gibi, birbirini kırdığı gibi, birbirinden uzaklaştığı gibi…

Anlamıyor, dayanamıyor, kırıyor, uzaklaşıyor!

***

Çok sık olmasa da Atatürk Parkı’nda küçük turlar atıyorum. Hemen girişte kuşları yemleyen çocukları izliyorum. Büyüklerinin çocuklarına ‘hiçbir’ karşılığı, zorlaması olmadan; bir ‘şeker’ bile ‘ödülü’ bulunmadan öğrettikleri bu ‘sevgi’, bu ‘üleşim’, bu ‘gülüş’ dolu davranışı…

Uzun çam ağaçları, bolca turunç ağaçları, sıtma ağaçları, tropik ağaçlar, çimli alanlar, çiçekler, güller arasında bir banktayım… Hemen ileride, daha ileride de, onun sağında-solunda da banklar… Ocak, şubat, mart aylarında bile ilkyaz havasını yaşayınca Adana; banklar, özellikle de güneş gören banklarda ikişer-üçer oturanlar. Ellerinde kitap olanlar, gazete olanlar, bulmaca çözenler, sigarasından uzun uzun soluk çekenler, okul arkadaşlarıyla söyleşenler, park köpeklerine simitlerinden verenler…

Bir de birbirine yakın banklarda oturan, gazete, kitap ilgisi olmayan; oturanları, kalkanları, yürüyenleri, çiçekleri, köpekleri, gündemdeki konuları, ekonomiyi, dış politikayı, terörü konuşanlar…

Duyabileceğim uzaklıktalar…

***

Kasketini dizine giydirmiş aksakallı biri konuşuyordu, çimlerin üzerinden atlayarak geçen köpekleri göstererek:

‘Hayvan haklarıymış. Hayvan hakkı diye bir şey olur mu yahu? Adı hayvan! İnsanların olduğu yerde bunların işi ne? Şimdi birine tutup bir tepik atsam ya kızarlar, ya da alıp götürürler. Elimde olsa tümünü toplar hiç bir şey yiyemeyecekleri bir yere götürür atardım’ demesiyle, karşı bankta oturan, aynı yaşlarda biri oturuşunu bile değiştirerek tepki gösterdi.

‘Ne demek hiçbir şey yiyemeyecekleri bir yere götürüp atardım? Bu nasıl bir insanlık? Onların da elleri, ayakları, canları olduğunu ille de biri söylemesi gerekiyor? Bak koşarak geçtiler, ne zararı var sana? Orada oturanlar da yiyeceklerinden verdi, sana ne oluyor da cellat gibi sözler söyledin’ dedi kasketi dizine giydirilmiş sakallı adama bakarak.

Kasketini dizinden aldı. Karşılık veren adama bakışlarını sertleştirerek ‘sana ne oldu, hayırdır? Bir yerine mi dokundu? Kediyi, köpeği, kuşu, hiçbir hayvanı sevmem! Sev dedin diye mi seveceğim’ sözleri, bankta bulunanları hareketlendirdi…

‘Neyse ya, tamam; büyütmeyin bu kadar…’

‘Yetişkin insanlarsınız, yakışıyor mu size?’

‘Bakın yan bankta oturan gençler var, onlar bizlere bakıyor. Böyle mi örnek olacağız onlara? Şu parkta her şey var. Herkese yetecek kadar alan da var. Birbirimizi üzmeyecek şeyler konuşalım…’

Karşılıklı atışmalar sürerken, kasketli olanı yanındakiler yerinden kaldırdı, biraz ilerimdeki banka geçerken ‘hayvan haklarıymış, vay sizin hayvan hakkınızı’ diye homurdandı; ikisinin arasındaydım…

***

Kaç yıllıktır acaba? Kauçuk ağacını çevreleyen bank öğle güneşini alıyordu. Soner Yalçın’ın ‘Saklı Seçilmişler’ini aldım, hemen karşıdaki kitapçıdan. Son günlerde üzerine çok konuşulan, konuşuldukça da tartışılan bir yapıt… Daha ilk sayfalarında yazarın ‘kafayı yemekten’ söz etmesinin içini doldurmaya çalışıyordum ki…

Karşımda bir havuz… Havuzu çevreleyen banklarda oturanlardan gelen seslerle irkildim. ‘Sen ne anlarsın?’ diye soruyordu biri. Diğer bankta oturan ‘ben böyle anlıyorum, itirazın mı var’ diyordu. ‘Var’ dedi. Biri ‘benim oğlan burada olanı duyarsa’ dedi. ‘Benim de oğlum var’ dedi, diğeri. Yanındakiler susturmaya çalışmasına karşın; her ikisi de ne susuyor, ne de banktan ayrılmayı düşünüyordu…

Gelip-geçenlerden ‘yüksek sesin’ nedenini anlamak isteyen, yaklaşıp ‘bir sorun mu amca’ diye soranlara da keskin bakışlarını gösteriyordu tartışanlar.

Ne konuşulmuştu, neden ‘benim oğlan’ olayı ortaya çıkmıştı; anlamak zor değil aslında…

***

Eksikliğin nedenini düşünmek zorundayız…

Karşımızdakinin dediklerini dinlemek-anlamak, varsa eleştirilecek yerlerini ortaya koymak zorundayız.

Bu ‘düşüncene saygılıyım’ anlamında değil; denilenleri, yapılanları, yaşananları anlamak zorunluluğu…

Bugün gerek mecliste yapılan konuşmalar, gerek gazetecilerin sorularına verilen yanıtlar, gerekse yurttaşın parkta söyleşmelerinde ortaya çıkan gerçek şu: birbirimize katlanamıyoruz!

Ne yazık ki, bunun da öncülüğünü seçilmişler yapıyor!

Nedenler, gerekçeler, gereksinmeler, yaşanacak günler söz konusu bile edilmeden; ‘ben yaptım oldu’ denilerek!

Oktay EROL

16.03.2018 20:40:32

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.


“ SEYHAN BİZİM VAZGEÇİLMEZİMİZ”

CHP ADANA ÖRGÜTÜ GENEL SEÇİMLERE HAZIRLANIYOR

DEMİRÇALI’YI ZİYARET ETTİ

VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI