Manşet Haber 5.08.2020 08:34:03 0

'BİZ BİZE YETERİZ'; ANCAK 'ACIYI BÖLÜŞEREK'...

'BİZ BİZE YETERİZ'; ANCAK 'ACIYI BÖLÜŞEREK'...


Normalleşme kapsamında, bayram nedeniyle alınması gereken önlemler sıralanmasına karşın, “nedense” dinlence yerlerinde iç-içe girenlerin “medyada” gezinen görselleri “pek” üzerinde durulmadan geçiştirilmeye çalışılıyor!





İşin “aslını” anlamaya çalışanlardanım…





Yurttaşın “emekli” kuyruğunda oluşturduğu kalabalık,





Yurttaşın işine yetişmek için dolmuşa binmesi sırasında uymadığı kurallar, dillerden düşürülmüyor!





Olgu sayısının artmasında, “yurttaşın” yaşamını sürdürmesi için gereksindiği zorunluluklar ısrarla “neden” gösterilmekten kaçınılıyor!





“Nedense” diyemiyorum!





***





Birkaç gün önce, Avustralya/ Melbörn’de yaşayan tanıdık/ dost Yayıntaş ailesi ile görüşmemiz oldu.





İlk olarak sağlık durumlarını, zorluklarını, yaşamlarındaki değişiklikleri konuştuk…





Anlattıkları arasında “bana/ yaşadıklarımıza” yabancı gelen öyleleri vardı ki; şaşırmışlığımı düşünün…





“Evdeyiz, bir yere çıkamıyoruz gerekmedikçe” dedi; gerekmedikçe…





Hükümetin aldığı kararlar, önlemler çerçevesinde “maskeli” aynı mahallede bulunan markete gidebildiklerini, söyledi.





Bir başka kenti bırakın, bir başka mahalleye gitmek için bile “gerekçeli” izin almak zorunda olduklarını belirtti.





Maskesiz evden çıkmanın cezası ikiyüz dolarmış!





Okullar kapalı olduğu için, eğitim internet üzerinden yapılıyormuş.





Öğrencisi olan ailelere “internet” olanağı sağlanmış.





***





Bizde “en çok” konuşulan, ancak “iktidarın” savsakladığı yurttaşları sordum…





Yurttaşların yaşamlarını nasıl sürdürdüğünü, gereksinmelerini nasıl sağladıklarını, işyerlerinin durumunu, işsizlerin/ işten atılanların/ çalışanların neler yaptığını…





“Birçok işyerleri kapalı”  dedikten sonra konuştu:





“Burada çok işini yitirenler oldu, işsiz kalanlar oldu. Devlet onlara onbeş gün arayla binbeşyüz dolar veriyor. Üstelik ‘siz sağlıklı olun, önlemler/ kurallar konusunda ödün vermeyin, yaşamınızı sürdürmeniz için her türlü desteği yapmayı sürdüreceğiz’ deniyor. Salgın sürecinde devler üzerine düşeni eksiksiz yerine getiriyor…”





Yurttaşın bu denli “kurallara/ önlemlere” uyum göstermesine karşın “olgu sayısının” artmasını sorduğum anda, “burada ikinci aşaması yaşanıyor; nasıl mı” dedikten sonra sorusunu yanıtladı:





“Öncesinde ‘bitti’ diyorduk, ancak birkaç ay önce Maldivlerden gelen bir geminin yolcuları ülkeye girince beklenmedik olgular yaşandı. Biraz da aslında, önlem alınması savsaklandı! Yeni olgular ortaya çıktıkça, yeni önlemler/ kurallar da katılaştı! Şu an ülkeden çıkmak da zor, ülkeye dışarıdan girmek de; çok ince elenip, sık dokunan işlemler yapılıyor!”





Avustralya’nın başkentinde olan çocukları ile geçtiğimiz aralık ayından bu yana yalnız telefonla görüşebilmişler, “yüzünü görüntülü görüşmelerde görüyoruz, dokunamıyoruz, bolca konuşuyoruz” derken sesi titriyordu…





***





Bizde normalleşme süreciyle başlayan gelişmeleri “izlediklerini” söyledi.





Bakanlığın “uyulmasını” istediği kurallar/ önlemlerden daha çok, “iktidarın” yaşama geçirdiği kararlara “bir şey diyemiyorum” dedi.





Burada zaman zaman dile getirdiğim canlının “doymasının” zorunluluğunu, salgın sürecinde “doyum” için hükümetin üzerine düşeni yapması gerektiğini, yurttaşın her-tür gereksinmesinin karşılanmaması durumunda kuralların/ önlemlerin savsaklanacağın, ülkemizin dışarıdan böyle göründüğünü belirtti.





“Çok komik, ülkenin iktidarı söz verdiği maskeyi bile dağıtamadı. Halktan kurallara uymasını nasıl bekler ki” diye de sordu!





Aynısını/ benzerlerini burada çok sorduk! İnsanların “evde kalmasını” sağlamak için, ilken “evde kalırken” gereksinmelerinin/ sağlanmasının zorunluluğunu dile getirdik!





Kameralar, “iktidar” varsılı basın yurttaşın ağrılarını/ eksiklerini/ gereksinmelerini hep göz ardı etti!





“Doymak” için beklediği kuyrukta yaşadığı “kural” bozumunu dile getirmeyi gündemde tutmayı yeğledi!





Bu da yetmezmiş gibi, ülkemizde “olgu sayısının” dar gelirli yurttaşların “uyumsuzluğu” nedeniyle etkisini artırdığını dile getirmekten kaçınmadı!





Avustralya’da yaşayan dostları dinlerken bunları düşündüm…





***





 “Bu rahatlık devam ederse tablonun olumsuz yönde gitmesi kaçınılmaz. Biz yeniden ciddi kısıtlamalar getirmeden vatandaşlarımız rehavetten kurtulsun. Aksi halde bölgesel olarak gerekli kararları yeniden almak zorunda kalırız.”





Bakan Koca’nın açıklamalarına önem vermeme karşın, “vatandaşlarımız rehavetten kurtulsun, aksi halde yeni kararlar alınır” açıklamasında, “iktidarın” tutumuna vurgu yapmaması şanssızlık.





Normalleşme sürecinde kurallar/ önlemler konusunda koşulları sıralarken, yurttaşın yaşadığı darboğazları/ zorunlulukları göz önünde bulundurmaması da…





Salgın yaşanırken başka ülkelerin aldıkları kararlar kadar; “iktidarın” yurttaşın yaşamını kolaylaştırıcı yönde yaklaşımları önemli değil mi,  yurttaşına ‘yaşamınızı sürdürmeniz için her türlü desteği yapmayı sürdüreceğiz’ diyen ülkelerin tutumu çok mu anlamsız?





Evet, “biz bize yeteriz”; ancak “acıyı bölüşürsek”…



YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

31° / 16.7°