“BİZİM KENDİ KUSURUMUZ, KENDİ SORUNUMUZ” MU?
Manşet Haber 5.04.2021 21:56:38 0

“BİZİM KENDİ KUSURUMUZ, KENDİ SORUNUMUZ” MU?

“BİZİM KENDİ KUSURUMUZ, KENDİ SORUNUMUZ” MU?


Siyasetçilerden, bazı sözler duyduğunuzda “aynı havayı mı soluyoruz, aynı sabaha mı uyanıyoruz, dönemin aynı ergilerinden mi yararlanıyoruz, aynı yaşamın mı içindeyiz” soruları sizde de oluşuyor kanısındayım!
Denilenlere “içimde” küçücük bir yalım oluşsa, ne bileyim yüzümü güldürebilmiş olsa, doyum hazzının ucu göstermiş olsa “tamam” dememek için hiçbir nedenim olmaz da;
Sinirlerim kopuyor sanki,
Ya da tam bulmuş yiyecekken diş sızlaması çöküyor sanki,
Ya da gülümseyen yüzümün üstüne karartılar çöküyor!
“Nasıl” diyorum. “Nasıl bu denli kendinden kopabilir ki insan”, yaşadıklarına nasıl “yabancılaşabilir” ki, nasıl “bir” kendini var sayabilir…
Ne için, üstü/ başı bir koltuk, ardı/ önü “aynı geminin” ayrıcalıklı salonu için mi?
Bir şeylerin olduğunu bilme pahasına, bir haksızlığın varlığı ortada olma pahasına, salt “çıkarlarına/ konumuna/ hak etmediği haklarına” söz söylenmemesi uğruna; verilmeye çalışılan yalan/ yanlış/ oyalama/ üstünü kapatma çabalarına susamıyorum!
***
Son günlerin “en çok” konuşulan konusu, lüks bir araç içinde uyuşturucu kullandığına ilişkin görüntüleri sosyal medyada yayınlanan, eski AKP Genel Merkez personeli Hamza Kürşat Ayvatoğlu’nun akıllaradurgunluk veren yaşamı, mal varlığı, yaşına karşın ekonomik özgürlüğü…
Ayvatoğlu, AKP Genel Başkan Yardımcısı Hamza Dağ’ın“partisinin” genel merkezinde büro görevlisi olarak çalışıyor.
Dağ şunları anlatıyor: “Bu arkadaş (Kürşat Ayvatoğlu) yakın ekipte çalışan biri değil. Kastamonu Belediyesi’nde çalışan babası yok. Ar-Ge biriminde çalışan bir arkadaş. Devir teslim törenlerinde orada bulunması söz konusu oldu. Bundan çıkaracağımız dersler var. Partiye alırken başka araştırmalar da yapması lazım partinin. Bundan sonra çok daha dikkat etmeyi gerektirecek bir durum var.”
Arkadaş (Kürşat Ayvatoğlu) yakın ekipten biri değilmiş, partisinin Kastamonu belediyesinden gelmiş, orada nasıl olmuşsa “araştırılması” gerekirmiş…
Ne deniyor: gözlerini yum, kulaklarını kapat!
***
Arkadaşın (Kürşat Ayvatoğlu) AKP’li olması, uyuşturucu kullanması, arkadaşlarıyla eğlenmesi bir “pire” büyüklüğünde ilgimi çekmiyor!
Ekranları “zapt edenlerin” izlencelerinde “uyuşturucu” konusu daha yoğun konuşulmasına karşın…
İnsanın, “bireysel hazzı” için yaptıklarını nasıl durdurmak olası ki? Sigara içmeyin deyin, içki kullanmayın deyin, eğlenmeyin deyin…
“Demekle” ne anlamı olacaksa; asıl değişimlerin eğitimle sağlanabildiği, konuşarak geleceğin duvarının örüldüğü, yaşamın anlamlandığını her geçen gün biraz daha iğdişleyip unutturmak istiyorlar ya, burada da öyle!
Arkadaşın (Kürşat Ayvatoğlu) mal varlığının “içtenlikle” üstüne gidildiğini/ konuşulduğunu/ tartışıldığını görmedim ben, gören oldu mu bilmiyorum!
Bu halkı temsil eden milletvekillerinin bulunduğu mecliste bile konuşulmadı/ konuşturulmadı!
Nedeni düşünmekten ağrılıyım!
***
AKP Grup Başkanvekili Bülent Turan…
Bulunduğu konum gereği düşüncelerini söyleyecek elbette.
Neler yapıldığını, bundan sonrası için de neler yapılması gerektiği konusunda üzerine düşen ödevi yerine getirecek!
Soru üzerine verdiği yanıt şöyle:
'Partimizde bu kadar yanlışı olan bir kişinin bu kadar kolay, bu kadar tedbirsiz, bu kadar rahat işe girmesi, bizim kendi kusurumuz, kendi sorunumuz. Bunu da tartışmak zorundayız.'
Turan, neyi “bizim kendi kusurumuz, kendi sorunumuz” biçiminde değerlendiriyor?
“Uyuşturucu” için mi söylüyor bunları, yoksa “sırtaran mal varlığı” için mi?
Şu da var ki, “neden” söylerse/ söylesin,“bizim kendi kusurumuz, kendi sorunumuz” demesi düşündürücü!
Üretici “kur çıkışından” dolayıürününe boy sürdürememesine karşın, “beslendiği kanalın” gücüyle boy/ pos/ şatafat sağlamakta hiç zorlanmayıp gübrelenmiş; ne güzel değil mi?
Kim/ kimler diye sorulmamalı mı?
Arkadaşın (Kürşat Ayvatoğlu) ne ilk, ne de son olmadığını bilmeyen var sanki!
17- 25 Aralıkta kimlerin bakara/ bakara çektiklerini, kimlerin para sayma makinelerine kilitlendiklerini, kimlerin “milyoncuklara” yer aradıklarını unutmadık sanırım!
Ondokuz yıllık “iktidarın” en büyük başarısı “yolsuzluk karartmasıdır” dersek, yanlış da olmayacak!
“Bizim kendi kusurumuz, kendi sorunumuz” da olduğu gibi…
***
Bir yanda “beş kişilik” iş için bin kişi sıraya giriyor,
Bir yanda devletin kurumu TUİK’in belirlediği “açlık sınırı” altında milyonlarca yurttaş “yaşamda kalabilmek” için dişini tırnak yapıyor,
Bir yanda ülkemizin gençleri üniversitelerden mezun olmalarına karşın “birikimlerini” değerlendirebilecekleri bir iş bulamıyor…
Arkadaş (Kürşat Ayvatoğlu) aldığı “tek maaşla” mala doymuyor, eğlenceye sıra bulamıyor, yaşadığı şatafata yetişen olmuyor!
Bunun adı yolsuzluk, bunun adı arsızlık, bunun adı aymazlık; açıklaması “bizim kendi kusurumuz, kendi sorunumuz” olursa eğer, anlamı “karartma” olur!
Olduğu, soluduğu, varlığını sağladığı, güç bulduğu yerin adıdır yapılanlar!
Can sıkıcı, can yakıcı…




YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°