Özür Borcumuz Var

Özür Borcumuz Var

https://www.facebook.com/notes/ismail-güneş/bereketli-topraklara-bir-özür-borcumuz-varposta-gazetesi-6-nisan-2013/10152484117380190

 

Yaşamlarımız binalar ve araçlar arasına sıkışıp kaldı.  Yer yer boğuluyor hissini veren yapılar insanların eksikliğini hissettiği çiçek koklama, ahşapta oturma,ya da bir elmayı dalından koparma gibi duyularımıza seslenen konularda özlemlerimiz her geçen gün artıyor.  Amerikalı biyolog Edward O. Wilson’ın “ biyofili hipotezi” olarak adlandırdığı bu durum “insan benliğinin doğaya duyduğu içgüdüsel özlem” olarak açıklanabilir.  Peki, nasıl oldu da çok doğal olarak yaşamımızın içinde olması gereken konular bizler için birer özleme dönüştü?Bunu kentimizdeki gelişim sürecini göz önüne alarak açıklamaya çalışacağım.

 

Önce değerler değişti. Sonra iki üçkatlı bahçeli evler yerlerini birer ikişer yerini katlı apartmanlara bıraktı. Dayanmakisteyenler dev binalar arasında ufaldıkça ufaldı. Evler yıkıldıkça bahçeleryerini otoparklara bıraktı. Otoparka araçlar sığdırılmak istendikçe güzelkokulu ağaçlar yok olmaya başladı. Rantlardan pay alan herkes sessizce olupbiteni izledi. Akşam balkonunuza oturup mis gibi kokuları ciğerinize çektiğinizyaz geceleri yerini çöp arabalarının seslerine, uzmanlaşmış çocukların çöptoplamalarına, süratle geçen motor ve araç seslerine tanıklık ettiğimizgecelere bıraktı.  Sokaklar çocuklarınyürüdüğü oynadığı yerler olmaktan çıktı. Sonra ne insanlar ne araçlar beton yığınları arasına sığmamaya başladı.

 

Yaz aylarında göç yollarında develerinüzerindeki mahfelerin geçitlere sığmadığı bağlarda, ağaçlık alanlarda birerikişer büyük binalar yükseldi. Büyük binalar çoğaldıkça yeşile olan özlemimizçimlerle sıkıştırılmış alanlardaki küçük parklarla giderilmeye çalışıldı. Gölve çevresi bir anda istilaya uğradı ve doğallığı yerini kaçak binalara,işyerlerine bırakırken gölü uzaktan izleyen sosyal tesislerin, evlerin önleriaçıldıkça yeşil kadar maviden de uzaklaştık. Baharla birlikte tüm kenti adetadoğal bir parfüm kokusunun hâkim olduğu kent haline getiren portakal bahçeleriönce toptan sonra yavaş yavaş yerini beton bloklara alışveriş merkezlerinebıraktı. Modern hayatın tüketim kalıpları içinde çılgınca tüketirken sadecegelecek tüketimimize ipotek koymadık doğamızı, yeşilimiz de tükettik. Kimiülkeler çölde vahalar yaratırken kimisi de bizde olduğu gibi sahip olduğuyeşili yok ederek çölleştiler.

 

Betondan ağaçlar dikerek “sokakta hayatvar” diyerek yeniden inşa ettiğimiz sokaklarda bir zamanlar çocukların özgürceoynadığını, güzel kokuların bahar gecelerinde insanları sokaklara döktüğünü hafifbir rüzgarın portakal bahçelerinden gelen o enfes kokuyu evlerimize taşıdığınıve o mevsimde evlere bile girmek istemediğimizi unuttuk. Şehrin işgal edilmişkaldırımlarında pasta evlerinde şehrin gürültüsü ile iç içe baharı karşılarolduk.

Kızıldereli Şef “ Washington’daki büyük şef’e topraklarını almakistediklerinde yazdığı mektupta şöyle seslenmişti. “Beyaz adamlarınşehirlerinde sakin yer yoktur. Baharda yaprakların açılışını ya da böceklerinkanat vuruşlarını duyacak yer yoktur. Ama bu belki benim vahşi olmamdan veanlamadığımdandır. İnsan eğer bir kuşun yalnız ağlayışını veya su birikintisietrafında tartışan kurbağaların seslerini duymazsa hayatın anlamı nedir?  Dünya annenizdir. Dünyaya ne olursa, onunoğullarına da aynısı olur. Eğer insanlar yere tükürürse kendi üzerlerine tükürürler.Dünya insana ait değildir, insan dünyanındır... Eğer topraklarımızı satarsak,onu bizim sevdiğimiz gibi sevin, onunla bizimki gibi ilgilenin. Bu diyarınanısını, onu aldığınızdaki gibi saklayın. Bütün gücünüz, aklınız ve kalbinizle,onu çocuklarınız için koruyun ve sevin… Beyaz adam paranın yenmeyen bir şeyolduğunu, son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğündeanlayacak ” .

 

Kızılderili Şef’in söylediklerinde bizi,kentimizi ilgilendiren ne çok detay var. Aynı hataları yapmadığımızı söyleyebilirmiyiz?

 

Portakal çiçeğiağaç meyvelerini henüz dökmeden açan tek çiçektir. Bu özelliği ile portakalağacında geçmiş ile gelecek aynı anda yaşanır. Ancak gelin görün ki bu şehirgeçmişini yok ederek geleceğine yürümek istedikçe geçmişe olan özlemi artıyor.Kendini kendi yapan değerlerini daha çok özlüyor. Portal çiçeği festivali buözlemim sonucudur.

 

Bu özlem bir özür dilemeye, af dilemeye dönüşmelidir.  Kendi elimizle yok ettiğimiz güzelliklerden ötürübu kentte yaşayan ve bu kenti yöneten herkesin “bereketli topraklara” bir özürborcu vardır.

 

İsmail GÜNEŞ

6.04.2013 23:02:32

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.


VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI

GÜNÜ FOTOĞRAFI:

RESMİ AÇILIŞISI HİSARCIKLIOĞLU YAPTI

CHP’DEN 23 NİSAN KUTLAMASI