Bu ‘azim’ neden?

Bu ‘azim’ neden?

Birkaç yıl önceydi…

Kozan’da, bir yerel gazetede de yazarken sormuştum;

Tanımadığınız, ya da sıkça görmediğiniz bir kente vardığınızda dikkatinizi ne çeker?

Şimdi Adana’da aynı soruyu soruyorum:

Dikkatinizi ne çeker?

 

* * *

Kentinizde yaşayan insanlar mı?

Kentte yarı göğe uzanan yapılar mı?

Kentin dar-geniş caddeleri mi?

Kent insanını mıknatısça çeken alış-veriş merkezleri mi?

Kentin politikacıları mı?

Kentin yıkılan, dönüşüme uğratılan mahalleri mi?

Neleri?

 

* * *

Ben insanların yüzlerine, tavırlarına, amaçlarına bakıyorum…

İnsanların yüzleri buruk mu, sevinçli mi?

İnsanlar vitrinlere salt bakıyorlar mı, yoksa ulaşabiliyor mu?

İnsanlar birbirinden kaçıyor mu, kucaklaşıyor mu?

Açlıkları var mı?

Doyumsuzlukları var mı?

Kısaca, ‘yarına’ umutla bakabiliyor mu; ona bakarım…

 

* * *

Adana’da, şimdi büyük resimlerle ‘azimle’ dönüşümler anlatılıyor…

Koca mahallelerin bir-iki katlı evleri yıkılıp, koca beton yığınları dikilirken hep bu ‘azimden’ söz ediliyor.

‘Azimle’ az mülklülerin ellerindeki yılların uğraşı-çabasıyla edinilen evler ‘kentsel dönüşüm’ denen ‘bölüşümle’ koparılıyor.

Sözde sağlıksız yapıları,

Sözde yaşam alanı özelliği taşımayan yapıları,

Sözde kentte kirlilik yaratan yapıları,

Sözde çarpık kentleşmeyi sağlamak amacıyla birer birer yıkıyorlar, daha da yıkacaklar…

 

* * *

Son zamanlarda evleri yıkılacak olanlarla görüştüm.

Altı işyeri, üstü evleri olan Adanalı tanıdıklarla…

‘Azimle’ işe girişenlerin ödemek istedikleri ‘bedeli’ duyduğumda diyecek söz bulamadım.

Arsaya bedel yok!

Üç-dört parçaya bölünen birbirinden uzaktaki arsaların ‘kimlere’ yarayacağını herkes biliyor, dönüşümün-bölüşüne dönüşeceğini herkes…

Arsa üzerindeki taşınmaza verilmek istenen bedel de bundan farklı değil.

Böl böl harca!

Ayrıca mülksüzleş!

‘Azimle’ çalışanların umurunda değil…

 

* * *

Bir başka saptama…

Bunca çaba, bunca ‘azimle dönüşüm’ çarpıklığa karşı sözde…

Uzaktan, ya da yakından yükselen beton yığınlarına bakınca ‘çarpıklığın’ daha da büyüdüğünü görmeyen var mı?

Birbiri üzerine tıkıştıştırılmış, birbirine küs gibi renklendirilmiş yapıları görmeyen…

Bir saat süren bir yağmurda yurttaşın yaşadıklarını görmeyen…

Alt yapı eksikliğini görmeyen…

Görmeyeni bırakalım; yaşamayan var mı?

* * *

Yollar…

Kaldırımlar…

Yapılar…

İnsanlara mutluluk vermiyorsa…

Az mülklüleri mülksüzleştiriyorsa…

Gülmeye engel oluyorsa…

Simit bile çaldırıyorsa; bu ‘azim’ neden?

Oktay EROL

13.04.2013 20:44:50

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.


VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI

GÜNÜ FOTOĞRAFI:

RESMİ AÇILIŞISI HİSARCIKLIOĞLU YAPTI

CHP’DEN 23 NİSAN KUTLAMASI