BU HALKI “HAK” EDİN…

BU HALKI “HAK” EDİN…






Politikacılar oldu/ olacak beklentisi içerisinde polemik konusu olan “seçim” için düğmeye basıldı gibi…





AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Adana’da “Bir gençlik şöleni” etkinliğinde, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu İstanbul Maltepe’de “milletin sesi mitingi” ile partililerin karşısına çıktı.





Cumhurbaşkanı Erdoğan “biz ‘gelin canlar bir olalım sevelim sevilelim’ diyoruz, ne kavga siyasetine kurban edilecek ne de küresel güçlerin hesaplarına peşkeş çekilecek evladımız yok, seksenbeş milyonun tamamını kardeşimiz bilecek, geleceğe omuz omuza yürüyeceğiz” derken, Kılıçdaroğlu da “ülke elden gidiyor, birlikte olmak zorundayız, vatan bizim vatanımızdır, aş/ iş/ adalet istiyorsanız, çocuklarınızın geleceğini düşünüyorsanız bize katılın” dedi.





Geleceği kaygı bürülü olanlar mitinglerde buluşurlar! Kimi kendi isteğiyle içinde birikmiş acıları çıkarmak adına, kimi de birilerinin zoru/ birilerinin verdiği söz ya da bindirilerek o alanda bulunurlar!





İşinde, gücünde, zorlukları olmayanların alanlarda ne işi olabilir ki?





Bugün “gelişmiş” denilen ülkelerde “bu” kalabalığı ya konserde, ya da karnavallarda bulabilirsiniz; bizde ise “seçim alanlarında”…





***





Bu ülkede yaşayan hiçbir yurttaş “bu yurdun” insanının başkalarına peşkeş çekilmesini istemedi, yabancı gelip dinlence kıyılarında özgürlüğün tadını çıkarırken bu yurdun insanının “açlıkla” sınanmasını da kimse istemedi, dar gelirli geçim zorluğu yaşarken hiçbir yurttaş “sığınmacılara altmış milyar dolar harcadık, daha da harcarız” denilmesini de istemedi!





Hiç kimse, “iktidara” benzerliği tartışılmaz “muhalefetin” yerel yönetim anlayışını da istemedi!





Bakın çevrenize, sokağı dolduran kalabalığa bakın, tribünleri ya da alanları dolduran kalabalığa bakın yurttaşın ne istediği, politikacılardan ne beklediği, nasıl bir ülkede yaşamak istediği, neleri geleceğin kaygısı olarak gördüğü belli değil mi?





Bir olup, tek yürek olup çözün; beklediğiniz nedir bilmiyorum ki!





***





Kılıçdaroğlu’nun mitingine çıkan iki çocuklu bir anne vardı. Eşi kapıcılık, kendi de yarım gün temizlik yapan bir kadın. Alanı dolduran, kanımca binlercesinin içini kemiren bir sorunu ortaya koyuyordu.





Şöyle dedi:





“İki yıl öncesine değin çocuklarımızın eğitimi için ne yapabiliriz, nasıl daha iyi eğitim almalarını sağlarız diye planlar yapıyorduk. Bugün çocuklarımızı nasıl doyurabiliriz onu düşünüyorum. Akşamdan sabaha gelen zamların altından nasıl kalkacağımızı düşünüyoruz!”





Bunca üniversitenin açılmasını, gençlerin mesleksiz/ işsiz kalmasını, iş alanlarında çalışanın boynu bükük kalmasını, aldığıyla doymamasını, patronların “hep” büyüyen olmasını, yurttaşın protein alamamasını, et/ süt tüketememesini, çocuğuna şeker alamamasını “kim” istedi?





İşlerinin iyi olmadığını, eskisi gibi satış yapamadığını, eskisi gibi gelen olmadığını söyleyen bir kasap esnafı vardı mitingde, “yüz gram kıyma için gelen müşterim var, ben vermekten utanıyorum da tüketiciye başka bir şans bırakılmadı ki, satış yapamayınca elektrik faturasını ödeyemiyorum, yarınımın ne olacağını göremiyorum” diye yakınıyordu!





Gençler tribünde, insanlar alanlarda “bu yaşananları” hak ediyor mu?





***





Ülkenin her gün biraz daha sürüklendiği “geleceksizliğe” üzülüyorum!





Gerçekten bu ülkede önünü görebilen, bir hafta sonrası için öngörüleri olabilen, başını yastığa koyunca rahatça uyuyabilen kaç kişi var?





Tribündeki gençlere, ya da Maltepe’deki kalabalığın arasına karışıp sorulmalıydı. Örneğin “bir ay sonrası için ne düşünüyorsun” denilmeliydi…





Bugün yurdun neresinde olursanız olun, hangi kalabalığa girip sorarsanız/ sorun, şu yanıtı alacağınızı düşünüyorum:





“Bir ay sonra bana akaryakıtın, şekerin, elektriğin ederinin ne olacağını söylersen bende sana düşüncelerimi söylerim. Nedenini de açıklayayım; benim her işim elektrikle, akaryakıtla!”





Yalnız büyükler değil, artık ilk/ orta sınıf okullara giden çocuklar bile “yarının belirsizliğini” konuşuyor aralarında; harçlıklarıyla eskisi gibi yiyecek alamadıklarını anlatıyorlar!





***





Kim ne derse/ desin, “seçim” için düğmeye basıldığı açık!





“İktidar” yirmi yıllık geçmişini unutarak “-cak, -cek” ekli sözlerle, “muhalefet” yıllardır süren başarısızlığının ardından yine “gitti/ gidiyor” söylemiyle alanlarda…





Ben Bakan Nebati’nin gözlerinde “gelecek” konusunda bir “güzellik” görmeyenlerdenim!





Ancak alanları dolduranların gözleri ışıltılıydı!





Adana’da Tribünleri dolduranların da, Maltepe’de alanda olanların da gözlerinde ışıltı vardı, bu “kötü” gidişin durmasını istiyorlardı, iş istiyorlardı, doymak istiyorlardı, beslenebilmek istiyorlardı, dinlence yerlerini gezebilmek istiyorlardı, konut/ araç edinebilmek istiyorlardı…





Son sözüm şu olsun: “bu halkı hak edin”, halk bunu istiyor!





Öyle ya, biz hepimiz kardeşiz ya!



Oktay EROL

23.05.2022 20:29:10

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.


VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI

GÜNÜ FOTOĞRAFI:

RESMİ AÇILIŞISI HİSARCIKLIOĞLU YAPTI

CHP’DEN 23 NİSAN KUTLAMASI