BU YÜZSÜZLÜKLER ÜZÜYOR...
Manşet Haber 18.03.2020 09:43:23 0

BU YÜZSÜZLÜKLER ÜZÜYOR...

BU YÜZSÜZLÜKLER ÜZÜYOR...






Çin’de ortaya çıkıp, tüm dünyayı etkisi altına alan corana virüsü, sınır komşularımızın ardından ülkemizde de görülmeye başladığı açıklanmasının ardından gündemin “en çok” konuşulan konusu oldu.





Sağlık Bakanlığı’nın “bilgilendirme” bakımından “elinden geleni” yapmaya çalışması bir yana, daha düne değin televizyonlarda dış politika, orta doğu, savaş, ekonomi konularında konuşanlar “şimdi de” corona virüsüne ilişkin söz söyleyince, sokaktaki yurttaşın öykünmesi de gecikmedi.





Herkes orta doğuyu biliyor,





Herkes ekonomiyi biliyor,





Herkes siyaseti biliyor,





Herkes corona virüsünü biliyor…





İlginç değil mi?





***





Benim ilgimi çeken “asıl konu” bu değil!





Bakanlığın, ilk günden bu yana, savsaklamadan konu üzerine “gelişmeleri” açıklaması…





Ortada gezen duyumlardan tutun; salgının yaygınlaşmaması için neler yapılması gerektiği, en küçük kuşkularda nerelere bilgi verilmesi zorunluluğu, hangi bilgilere inanılacağı gibi bir dizi önlemleri zaman yitirmeden açıklaması…





Onsekiz yıllık “iktidarın” geçmişini düşündüğümüzde, dünyayı/ sınır komşularımızı kasıp-kavururken, ülkemizin “en az” zararla nasıl üstesinden gelineceği üzerine yapılan çalışmalar “şaşırtıyor” beni açıkçası…





***





Sağlık Bakanı “kendi” bilgilendirmesiyle yetinmeyip, bazı bakanlarla eşgüdüm çalışmalarından da geri kalmıyor…





Ülkede görülebilecek bir “salgın” durumunda, kine/ ne görev düşüyorsa, neler yapılması gerekiyorsa sık dokunup/ ince elenerek corona virüsüne ilişkin çaba harcanıp açıklamalar yapılıyor.





Salgının güvenlik, eğitim, adalet boyutu irdeleniyor…





Bunca yıldır yaşanan “kısır çekişmeli”, demagoji/ tartışmalı tüm konularda gösterilen ilginin tersine, tam bir “sorumluluk” ölçütünde yaklaşım sergileniyor.





Şaşırıyorum açıkçası…





***





Köylüsüyle, kentlisiyle, işçisiyle, emekçisiyle, emeklisiyle, çiftçisiyle, öğrencisiyle, akademisyeniyle neler yaşamadık ki, bu ülkede yıllardır; acılandık, sıkıntılar yaşadık, gözyaşı döktük, uykusuz geçen gecelerin sabahında uyandık…





Soma’da, yüzlerce emekçi madenci yaşamını yitirdi; soruşturulamadı!





Tren kazalarında onlarca insanımız yaşamını yitirdi; sorumlularını bulamadık!





Yurdumuzun varsıllıkları elden çıkarıldı; nasıl olduğunu öğrenemedik!





Ülke ekonomide büyüme yaşarken yurttaş daraldı; açıklaması yapılmadı!





Çürük yapılara izin verildi, onlarca yurttaş yaşamından oldu; sorumluluğu üstlenen olmadı!





Sokaklar “mutsuz” insanlarla doldu, geçim sıkıntısı nedeniyle canına kıyanlar oldu, gençler işsizlik nedeniyle psikolojik sorunlarla yüzyüze bırakıldı; nedenini/ çözümünü düşünen olmadı!





Onsekiz yıllık “iktidarda”, Sağlık Bakanlığı’nın çalışmaları bu nedenle şaşırttı beni!





***





Corona virüsü konusunda şu ana dek söylenen/ anlatılanlardan öğrendiğimiz “en önemli” bilginin, “bilimin gerçekliği” olduğu unutulmamalı…





Salgın ortaya çıktığından beri; bir yandan “bilimin” gerekliliği konuşulurken, bir yandan da şu an için tanımlanamayan bir virüsün “canlı” bir yüzeyde nasıl bir gelişme gösterdiği de “bilimle” konuşulur oldu.





“Bilim”, salgından “etkilenmemenin” ilk koşulu olarak “temizliği” gösteriyor, hemen ardından da “bağışıklık” sistemini güçlendirici besinlerden uzak durmamayı salık veriyor.





Buralarda olmasa bile, yurt genelinde salgından “rant” sağlayacak erdemsizliği gösterenleri duydukça,





Maske, kolonya, temizlik ürünleri gibi gereksinmeler üzerindeki oyunu izledikçe,





Açlık kopulmuş gibi market rafları boşaltılınca,





Sağlık Bakanının tutumuna ne denli sevinsem de, bu yüzsüzlükler üzüyor beni!





CEYHAN’DA NELER OLUYOR?





Corona virüsü nedeniyle “iktidar/muhalefet” dayanışmasının yaşandığı, Sağlık Bakanı’nın eşgüdümlü çalıştığı diğer bakanların çalışmaları ilgiyle izlenirken, doğru mu/ yalan mı bilinmeyen bir söylentinin gündemde olması Adana’da “yeni bir” şaşkınlığa neden oldu!





Dünyayı etkisi altına alan “bu” salgın, “iktidarın” biraz olsun gerilimden uzaklaştığını düşünenleri “yeni bir” şaşkınlığa itmemesin isterdim!





Şu ana dek gelen bilgiler, “böyle bir yaptırım yok” denilmiş olsa da; gerek Adana Anakent Belediyesini, gerekse ilçe belediyelerinin tepki göstermesine neden oldu!





Bir seçilmişi, bir ulusal istenci (=milli iradeyi) yüz-üstü bırakmak bu denli kolay, bu denli yok saymak anlaşılır gibi değil!





Bunca söylenenlerin “doğru” olmadığını, “söylentiden” ileri gitmediğini duymayı umuyorum.





Asıl “bize” bu olgu da zarar verecek!



YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°