BUNU BİLMİYORSANIZ
Manşet Haber 6.08.2020 11:12:46 0

BUNU BİLMİYORSANIZ 'YİNE' ALDATILIYORSUNUZ!

BUNU BİLMİYORSANIZ 'YİNE' ALDATILIYORSUNUZ!


- Salgın yaşanırken başka ülkelerin aldıkları kararlar kadar; “iktidarın” yurttaşın yaşamını kolaylaştırıcı yönde yaklaşımları önemli değil mi,  yurttaşına ‘yaşamınızı sürdürmeniz için her türlü desteği yapmayı sürdüreceğiz’ diyen ülkelerin tutumu çok mu anlamsız?





Evet, “biz bize yeteriz”; ancak “acıyı bölüşürsek”…





Dün yazıyı böyle bitirince, “biz bize yetmiyor muyuz, acıyı paylaşmıyor muyuz” sorusu akıllara gelmiştir!





Gerçekten “paylaşmayı” seviyor muyuz biz, yoksa “hepsi benim olsun, dediğimden çıkılmasın, bildiğim uygulansın” mı isteniyor?





Bunları düşünmeyecek denli “iç pazarlığı” olmayan, bu tür ayak oyunlarına kafa yormayacak denli “saf/ yalın” iç-dinamiklerden oluşmuş yaşadığımız toplum!





“Beni aldattılar” diyeni kucaklayan,





“Bacılarımıza şiddet uyguladılar” diyene omuz veren bir toplum…





***





“İktidar” bir yandan, yerel yönetimler bir yandan, kentlerdeki sözcüleri bir yandan covid 19 için “yapıldı” denilenlere ne denli inandırıldık, görmüşsünüzdür!





Yeni düzenlemeler yapılmıştır, yasaklamalar getirilmiştir, yurttaşı rahatlatıcı kararlar alınmıştır gibi…





Yerelde banklar yenilenmiştir, parklar elden geçirilmiştir, toplu taşıma araçları olası virüse karşı arındırılmıştır, sivrisineğe karşı ilaçlama yapılmıştır gibi…





Yaşadığımız toplumun “iç dinamikleri” nedeniyle, “bu” denilenlere inanmakta zorlanmıyoruz!





“İktidarın” çalışmalarını,





“Yerel yönetimlerin” yaptıklarını “kaç kişi” yetersiz buluyor, “kaç kişi” olumsuz sonuçlarını dile getiriyor, “kaç kişi”…





Ulusal medyanın “haber” ağırlıklı kanallarını izleyenler, “kimlerin” olanlara alkış tuttuğunu/ eksiksiz savunduğunu görecektir!





**





İnsan olmadan; ne devletlerin, ne sistemlerin, ne kapitallerin, ne dünya toprakları üzerinde bulunan varlıkların “anlamsız” olduğunu düşünenlerdenim…





Tüm/ her şeyi anlamlandıran “insan”dır!





İnsanın var olmasını/ sağlıklı biçimde yaşamını sürmesini bir yana bırakarak, salt topraklar üzerinde kurulu varlıkların “sürekliliğini” dile getirdiğinizde; verdiğiniz çabaların içi “insansız” olduğu için anlam taşımayacaktır!





Şunu soracağız:





Covid 19 sürecinde, yanlarınızı çevirenlerin yatlarını, katlarını, deniz kıyılarındaki dinlence yatırımlarını, yine dinlence otellerini, alışveriş merkezlerini, yurttaşı darboğaza sürükleyerek “çok kazanmasının” önünü açmadınız mı?





Geleceğini “tutu” altına alarak; bankaların kredi musluklarını açmadınız mı, kredilerin çokuluslu otomobil/ beyaz eşya/ inşaat sektörüne kaymasını sağlamadınız mı, bugünlerde ödeme günü gelen yurttaşlar üzerinden belli katmanı sevindirmediniz mi?





Yurttaşı “açlıkla” sınayarak; ev/ araba/ beyaz eşya edinerek “mutlu” olacaklarının/ sevineceklerinin günlerce “reklamını” yaptırmadınız mı?





Evine ekmek götüremeyen, işinden atılan, salgın sürecinde çalışmak zorunda olan yurttaşların “içinde” bulundukları” koşullardan daha çok; toplum içerisinde covid 19 için kurallara uyup-uymadıklarını günlerce dile getirirken, Ayasofya’nın açılışında iç-içe girmiş kalabalığın corona virüs taşıyıcısı/ yayıcısı olup-olmadığı kuşkusunu gözlerden kaçırmadınız mı, üstelik kalabalığın nicel çoğunluğunu övmediniz mi?





“Yanlış” pencereden mi bakıyorum?





***





Geçtiğimiz günlerde yaşanan “Kurban Bayramı” öncesinde, Adana’da kent içerisine kurulan “satım alanlarını” görmeyen/ yakınından geçmeyen/ yaz sıcağının altında burun direkleri sızlamayan, etrafa yaydığı kokudan rahatsızlık duymayan var mıydı bilmiyorum!





Ne yazık ki “iç dinamiklerimizin” suskunluğundan dolayı, elinde yetkiyi bulunduranların “hepsi” hepsine benziyor!





Ha ülkenin “iktidarı, ha kentin “iktidarı”…





Kent içerisinde onlarca karar alacaksınız, yurttaşların yaşamlarını rahatlatıcı uygulamalardan söz edeceksiniz, covid 19’a karşı verilen uğraşlardan söz edeceksiniz, halk sağlığını koruyucu önlemler aldığınızı sıkça dile getireceksiniz, sonra da…





Yarı göğü yarması için izin verdiğiniz çok katlı “her” beton yapıda “bir köy kadar” insanın yaşamasını “olumlu” bulacaksınız, onlarca çok katlı beton yapıların bulunduğu yerleşim yerinin ortasında bulunan “okul için ayrılan alanı” kurbanlık satım yeri yapacaksınız, orada yaşayan “kentlinin” Adana sıcağının yanı sıra yaşadığı covid 19 kuralları içerisinde “sağlıklı” yaşam süreceğinin vurgusunu yapacaksınız!





Yapmayın Adana aşkına, Adanalı aşkına…





***





“İç dinamiklerimiz”; hem “biz bize” yetmeyi, hem “paylaşmayı”, hem yaşamı “hep birlikte” sarmayı öyle çok hak ediyor ki…





Salgın günlerinde bunu daha açık biçimde görüyoruz/ yaşıyoruz!





Seçilmişin/ egemenin “hepsi benim olsun, dediğimden çıkılmasın, bildiğim uygulansın” düşüncesinden “bir” kurtulmuş olsa, “bu güne değin dediğim oldu/ istediğimi aldım; bugünden sonra da aldığımı paylaşacağım” bilinci “bir” öne geçebilse…





Yarın öyle güzel olacak ki…





“İç dinamiklerimiz” öyle doyacak ki…





Bunu bilmiyorsanız, bunu görmüyorsanız, bunu anlamıyorsanız;





Hem yurttaşın yaşadığını bilmiyor, hem de “yine” aldatılıyorsunuz, demektir!



YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°