ÇAKIN’A BURHAN FELEK BASIN MESLEK HİZMET ÖDÜLÜ
GÜNCEL 12.10.2016 23:44:28 0

ÇAKIN’A BURHAN FELEK BASIN MESLEK HİZMET ÖDÜLÜ

ÇAKIN’A BURHAN FELEK BASIN MESLEK HİZMET ÖDÜLÜ

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, ‘Burhan Felek Basın Meslek Hizmet Ödülü’ne duayen gazeteci Kurtar Çakın’ı layık gördü.
Bu ödül 70 yaşından gün almış ve meslekte 50 yılını dolduran üyeler arasından Seçici Kurul tarafından belirlenen gazetecilere veriliyor…
TGC’nin böylesine önemli bir ödülü, gazeteci yaşarken vermesi çok anlamlıdır…
Ülkemizde genelde insanlar bu dünyadan göçüp gittiğinde değeri anlaşılır…
Ondan sonra ödüllendirilir!..
Kurtar Çakın önemli bir gazetecidir…
1974 Kıbrıs Barış Harekatı’nı fotoğraflayan insandır…
Dolayısıyla Kurtar Çakın çok şeyler görmüş, yaşamış bir insandır…
Yaşayan gazetecilere ödül verilmesi anlamında sadece Türkiye Gazeteciler Cemiyeti sahip çıkmamalı. Her kentin gazeteciler cemiyetleri sahip çıkmalıdır…
Mesela Adana’da Çukurova Gazeteciler Cemiyeti bunun gibi etkinlikler düzenleyerek gazetecilik mesleğine ömrünü vermiş insanları onure ediyor mu?..
Hatırladığım kadarıyla, Kurtar Çakın’ın ÇGC Başkanı olduğu dönemde, emekli olan gazeteciler için tören düzenlenir, plaketle onurlandırırlardı…
Ancak, sonrasında düzenlenmez oldu…
Mesela ÇGC, meslekte 20, 30, 40 ve daha üzeri yılları doldurmuş gazetecileri onure ediyor mu onu da bilemiyoruz…
Mesela bir Türkiye Spor Yazarları Derneği var ve üyelerini onure ediyor mu onu da bilemiyoruz…
Mesela bir Anadolu Spor Gazetecileri Derneği var ve buna benzer etkinlik yapıyor mu bilmiyoruz…
Mesela bir Türkiye Gazeteciler Sendikası var, üyeleri için herhangi bir etkinlik düzenliyor mu bilmiyoruz…
Çukurova Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı yapmış Kurtar Çakın’ı bu ödülünden dolayı kutluyoruz…
Allah uzun ömürler versin…
Sözün özüne gelirsek…
Dernekler, cemiyetler, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’ni örnek alarak üyelerini yaşarken onure etmeli…
Bir gazeteci vefat ettiğinde, cemiyetlerde ya da dernek binalarının önünde cenaze töreni düzenleyip “O çok iyi gazeteci, çok iyi bir insandı” demek onure etmek demek değildir…
Şunu da unutmamalı ki, gazeteciler hep yalnız kalmıştır…
Neden diye soracak olursanız, gün gelmiş dayak yemiş, küfürlü saldırıya uğramış, ne yazık ki yanında kimse olmamıştır…
Hatta gazeteciye meslektaşları bile sahip çıkmamıştır…
Bir eyleme, protestoya giderken arkasında bulunan gazeteci meslektaşları yolda tel tel dökülerek terketmiştir…
Hatta eylemde en ön saflarda yeralanlar, konuşma yapanlar ve meslektaşları gazeteciyi mahkemelerde yalnız bırakmıştır…
Gazeteciyi terkeden meslektaşları ne zaman ki, başlarına bir şey gelmiş işte o zaman yalnızlığın ne demek olduğunu hissetmiş, anlamış ve yaşamıştır…
Hissetmiş, anlamış, yaşamış ama iş işten geçmiştir…
Çünkü, gazeteci, “Satışa” gelmeyle yüzleşmiştir…
Noktalayacak olursak, gazetecilerin yanında sadece ailesi yeralmıştır…
Bu nedenle gazeteci eğer başarılı olmuşsa, bunu ailesine borçludur…
Belki konu biraz dağılmış olabilir…
İnsanın değerini yaşarken anlamak, sadece plaketle ödüllendirmek olarak değerlendirilmemeli…
İnsan yaşarken, sahip çıkmak da önemlidir…
Hüseyin Sungur
adanaulus.com



YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°