ÇANKAYA’DA İKİ ANI
Manşet Haber 28.04.2020 17:51:59 0

ÇANKAYA’DA İKİ ANI

ÇANKAYA’DA İKİ ANI






Bir
arkadaşım vardı. Işıklar içinde olsun. Aldığı bütün kitapları inceler, sonra
onları kendince bir sıraya koyarak numaralar ve o sıraya göre okurdu. Birini
bitirmeden, diğerlerine asla başlamazdı. Hepsini bitirince de,
“Şimdi ne okuyacağım,
” diye sorardı. O aslında, “Elimde okuyacak kitap kalmadı,
bana kitap ver,”
demekti.





Ben
onun kadar düzenli değilim. Doğrumu yapıyorum, bilmem ama elimde hep aynı
anda  bir sürü kitap olur. Birini okurken
aklıma bir şey gelir, öbürüne geçerim. Ya da, bir araştırma yapmam gerekir,
alakasız başka bir kitaba geçerim. O yüzden de bir kitabı kısa sürede
bitiremem. Ama bitince de üçü beşi birden biter.





Dün
kütüphanemin önünden geçerken, gözüme Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya’sı ilişti.
Uzun zamandır bakmamıştım; bir kez daha gözden geçireyim dedim.





Şimdi
Çankaya’dan, Falih Rıfkı’nın iki anısını paylaşmak isterim.





-I-





Bir
gün malum zevat sohbet ediyorlar. Soru şu: Osmanlı, saltanatı süresince, kaç yıl barış
yüzü görmüştür?





Herkes
fikrini söyler ama ben İsmet İnönü’nün cevabını paylaşmak istiyorum. İnönü bir
kağıt ister ve üzerine sırayla;





  • Osmanlı
    Padişahlarını,
  • Her birinin cülus ve
    ölüm tarihlerini,
  • Yaptıkları savaşları,
    tarihlerini ve sonuçlarını yazar ve sadece ikisinin yanına soru işareti koyup
    arkadaşlarına uzatır.




Diyor
ki Falih Rıfkı, ”Böyle bir imtihanı, pek az tarih hocasının
geçebileceğini tahmin ediyorum. Çünkü İsmet Paşa, saltanatın kaldırılması gibi
bir mesele olunca, onun bütün tarihini bilmeli idi. İnkılapların daima en iyi
esbab-ı mucibesi onun kafasından doğardı.





Ve
ekliyor,” Mustafa Kemal’in, İsmet Paşa üzerinde karar kılması, onun devrim
davasına en az onun kadar inanan bir fikir adamı olması idi. M. Kemal
teferruatla uğraşmaz, işi liyakatli insanlara teslim ederdi. Bu yüzden hükumeti
İsmet Paşa’ya, orduyu, Fevzi Paşa’ya emanet etmişti,”





-II-





“İnönü,
İtalya’ya resmi bir ziyaret yapacaktı. Atatürk İnönü’ye dedi ki,





-“Sen
Türkiye’nin başvekilisin. Mussolini de resmen İtalya’nın başvekilidir. Arada
hiçbir fark tanımayacaksınız.”





Yolda
idik. İlk verilen programda, Mussolini istasyona gelmiyordu. İnönü Roma’da
yerleşince, karşılıklı ziyaretler yapılacaktı. Türk heyeti, eğer program
değişmezse, yâri yoldan memlekete dönüleceğini, İtalyan protokolcülerıne haber
verdi. Trende bir telaştır gitti.





Roma’ya
vardığımızda, İtalyan Başvekili Mussolini, sırtında Jaketatayı ve başında
silindir şapkası ile Türkiye Başvekilini bekliyordu.”





YORUM
YAPMAK İSTEMİYORUM AMA,





  • ATATÜRK’ÜN LİYAKAT VE
    İTİBARA VERDİĞİ DEĞER KARŞISINDA BİR KEZ DAHA SAYGIYLA EĞİLİYORUM.


YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°