Çiftçilerin Feryadı: Efendi değil hamal olduk
Manşet Haber 13.05.2015 11:57:45 0

Çiftçilerin Feryadı: Efendi değil hamal olduk

Çiftçilerin Feryadı: Efendi değil hamal olduk

ciftciler_semih_karademirÇukurova’daki tarım kuruluşu temsilcileri Türkiye’de kutlanacak bir “14 Mayıs Dünya Çiftçiler Günü” kalmadığını söyledi.

TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Adana Şube Başkanı Semih Karademir, Seyhan Ziraat Odası Genel Sekreteri Cahit İncefikir ve Ziraatçılar Derneği Başkanı Kadir Özlem, 14 Mayıs Dünya Çiftçiler Günü nedeniyle Çukurova Gazeteciler Cemiyeti’nde (ÇGC) basın toplantısı düzenledi. Hazırlanan ortak açıklamayı ZMO Adana Şube Başkanı Semih Karademir okudu. Karademir,  hangi çiftçiye dokunulsa “bin ah” işitildiğine dikkat çekerek, “Çiftçiler, çiftçilik yaptıkları için mutlu değil, daha da açık olarak söylemek gerekirse, çiftçilerin ağzından çıkan şudur: “çiftçilik yaptığımıza lanet ediyoruz” şeklinde konuştu.

Çiftçinin mutsuz ve isyanda olduğunu dile getiren Karademir, “Devlet Çiftçiyi Yalnız Bırakmış, Çiftçi Piyasa Sisteminde Şirketlere ve Tüccarlara terk edilmiştir!” dedi ve açıklamasında şu görüşlere yer verdi:

ÇİFTÇİ MUTSUZ VE İSYANDA

“Türkiye’de 1980 sonrasında başlayan neo-liberal dalga 2000’li yıllarda doruk noktasına çıktı. Çiftçiler ürün girdi piyasasını kontrol edenlerin eline terkedildi. İlaç, gübre, tohum fiyatları, ürün fiyatlarına göre daha hızlı artıyor. Çünkü. ilaç, gübre, tohum piyasasını yaklaşık 10 tane uluslararası şirket kontrol ediyor. Devlete ait, ilaç, gübre, tohum kuruluşları özelleştirildikçe piyasayı bu şirketler daha çok kontrol etmeye başladı. Mazot fiyatından hiç bahsetmeyelim diyeceğiz ama bahsetmezsek de olmaz! Bir ülke düşünün ki çiftçisine verdiği mazottan % 50 vergi alıyor. Peki, yat sahiplerine verdiği mazottan bu vergiyi alıyor mu? Tabii ki hayır! Gelgelelim, çiftçinin bunca zahmet ve masrafa katlanarak ürettiği ürününü ise ucuza gidiyor. Tüccar geliyor, fiyatı söylüyor. Eğer çiftçi “bu fiyat az” derse, tüccarın cevabı hazır: “Beğenmiyorsan satma!”. Çiftçi nasıl satmasın, tohum veresiye, gübre veresiye, ilaç veresiye alınmış ya da tohum, gübre, ilaç almak için bankadan kredi çekilmiş, özetle alacaklılar çiftçiyi bekliyor.

Çiftçinin geldiği durumu şu örnek çok iyi açıklıyor. 2002 yılında 1 kg pamuk ile yaklaşık 4,5 kg gübre alabilirken, 2014 yılında yaklaşık 2 kg alır hale geldi. Yine 2002 yılında 1 kg pamuk ile 0,73 lt mazot alabilirken, 2014 yılında 0,34 lt mazot alır hale geldi. Yani çiftçi yıllar içinde sattığı ürünle daha az miktarda girdi satın alabilir duruma getirildi.

BANKA KREDİSİYLE ÜRETİM!

Son yıllarda çiftçinin tarımsal üretimi güç bela sürdürmesi ise tarımsal kredilere bağlı hale geldi. 2000’li yıllarda tarımsal kredi kullanımı ciddi bir şekilde arttı. 2002 yılında yaklaşık 4 milyon TL olan tarımsal krediler yaklaşık 11 kat artarak 2014 yılında 45 milyon TL’ye ulaştı.

Bankalar “çiftçimize şu kadar kredi kullandırdık” diye övünüyorlar, buna sevinecek miyiz? “Ne yani siz tarımın finanse edilmesine karşı mı çıkıyorsunuz ?”, “Tarım finanse edilmesin de tarımsal üretim dursun mu?” diyenlere ne diyeceğiz? Evet, tarımın finanse edilmesi gerekli ve önemli; ancak bu tarımsal üretimi geliştirmekten öte tarımsal üretimi ve çiftçiyi bir kısır döngü içinde bırakıyorsa bu durumu farklı değerlendirmek gerekiyor. Çiftçi özellikle 2000’li yıllarda tarımda tutunabilmek için tarımsal kredilere sarılmış durumda. Bu gerçek kullandırılan kredilerin yapısı incelendiğinde ortaya çıkıyor.

2014 yılında kullandırılan tarımsal kredilerin yaklaşık % 50’si kısa vadeli, % 50’si orta ve uzun vadeli krediler. Tohumluk, kimyevi gübre, bitkisel ve hayvansal üretimde ilaç kullanımı, akaryakıt vb. ihtiyaçlar için kullanılan kısa vadeli kredilerin, vadeleri en çok 1 yıl ve sermaye birikimine doğrudan katkısı olmuyor. Dolayısıyla çiftçilerin tarımsal üretimi devam ettirmesi bankalara borçlanmasına bağlı, bu da önemli risk ve tehlikeler barındırıyor.

HAYVANCILIK BİTİRİLDİ!

Türkiye’nin hayvancılık politikasının iflas ettiği saklanacak bir sır değil. Ortalama 2-3 yılda ortaya çıkan bir kırmızı et krizi var. İstatistiklere bakıldığında hayvan sayıları artıyor, et üretimi artıyor ama bu et krizi niye çıkıyor? Çünkü Türkiye’nin hayvancılık politikaları kısa vadeli çözümler üretmeye, günü kurtarmaya yönelik. Oysaki Türkiye’nin bir daha et krizi yaşamayacak ve hayvancılık yapanları geçindirecek bir hayvancılık politikasına ihtiyacı var.

Daha birkaç yıl öncesine kadar Güneydoğu kırsalında ortalama her evde 100 baş hayvan bulurdunuz şimdi ise hayvancılıktan kaçan kaçana. Bırakın küçük üreticiyi büyük sermaye sahiplerinin bile hayvancılık sektöründen çekildiği bir Türkiye’den bahsediyoruz.

TARIMDA KOPUŞ VAR!

Tarım piyasanın vahşi koşullarına terk edildikçe, çiftçiler tüccarlara, şirketlere mecbur bırakıldıkça, çiftçiler para kazanamaz hale geldi. Tarımdan geçinemeyen çiftçiler ise ek iş olarak ya inşaat sektörüne ya da tarım işçiliğine gidiyor. Tarım yapmaktan vazgeçen çiftçilerin sayısı gittikçe artıyor. Bunun en büyük kanıtı tarım dışına çıkan tarım arazilerinin ve kırsalı terk eden nüfusun büyüklüğüdür.  2002 yılından günümüze yaklaşık 3 milyon hektar tarım arazisi tarım dışına çıktı ve yaklaşık 7 milyon kişi kırsalı terk etti.

Tarım, çiftçilik, kırsaldaki genç nesil nezdinde itibarsızlaştı. Çünkü genç neslin tarımda, çiftçilikte gördüğü şudur: “Benim ailem tarım için, çiftçilik için o kadar emek harcıyor ama emeğinin karşılığını alamıyor ve tarımdan, çiftçilikten para kazanamıyor. Ben niye bu girdabın içine gireyim!”

Karademir, Türkiye’de ağırlıklı olarak küçük ve orta büyüklükteki çiftçiliğin yaygın olduğunu belirterek, “Devletin neoliberalleşmesi tarımda en çok bu kesimi ürün girdi piyasasında yalnız ve savunmasız bıraktı. Bu da çiftçileri üretimi sürdürmek için bankalara muhtaç etti, çiftçi tarımı borçlanarak ve sömürülerek sürdürüyor. Borçlanıp da sürdüremeyenler ise tarımdan kopuyor ve hizmet sektöründe özellikle de inşaat sektöründe sömürülmeye devam ediyor. Çiftçinin ürettiği artı değere, tüccar, toptancı, perakendeci, bankalar el koyuyor. Çiftçiye ise yoksulluk düşüyor. Türkiye’deki tarım politikalarının çiftçiyi ve tarımı getirdiği nokta budur... Kıssadan hisse, en başta dediğimiz gibi “Çiftçi Milletin Efendisi Değil, Hamalı Olmuştur” şeklinde konuştu.

 

 

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°