ÇIKMAZ SOKAK

ÇIKMAZ SOKAK

 


 

Hallaç pamuğu gibi atılıyor ülke…

Binler, on binleremapus damlarındabirbir üstüne yatırılarak çile çektiriliyor. Çocuğuyla, eşiyle ve ailesiyle görüştürülmüyor.

Diğer binler on binler, işsiz bırakılarak meslekten ihraç edilip sokağa bırakılıyor.

Bir başka binler ve on binler ise sinmiş bir köşede, bugünlerin geçmesini bekliyor. Sıranın kendisine, oğluna, kızına, gelinine gelmemesi için dua ediyor.

Binlerce ocakta duman tütmüyor, yüzbinlerce ailenin evinde yas var, endişe var, korku var bu günlerde.

Gökte uçuşan küller gibi, kolu kanadı kırılmış bir kelebek gibi, onuruyla oynanmış bir halde bir o yana bir bu yana savruluyor insanlar.

Daha dün, ben ve benim gibiler tu kaka edilirken bu insanlar baştacı idi. O insanlar da ben ve benim gibileri tu kaka ediyorlardı. Zirvedeydiler. Ülke onlardan soruluyordu.Bu insanlar başka bir gezegenden gelmedi, bizim insanlarımız. Bizim olana ise sağduyuyla, sakin yaklaşmamız gerekiyor.

Bu insanları da yönlendiren,iplerini elinde tutan beyin takımını hariç tutuyorum.

Sınavlarda soruları çalıp, başka insanların eğitim haklarını, sağlıklı yaşama ve çalışma haklarını ellerinden alanları dışarıda bırakıyorum.

Acımasızca ülkemim askerine, siviline, rakip gördüğü herkese iftira atarak Silivri zindanlarında çürütenleri, intihar etmelerine sebep olanları, yaşamı onlara zehir edenleri hariç tutuyorum.

Diğer yandan acıyorum o insanlara.

Çünkü aydınlanma çağının yaşanmadığı, yaşatılmadığı bu ülkede, beyninin değil vahyin esiri olarak yetiştirilmiş insanlar.

Çünkü eğitim sistemi ve ülkeyi yönetenler, aklıyla hareket edebilen, teba değil, birey olabilecek insanlara, “ben” diyebilecek insan yetişmesine izin vermemiş.

Felsefe ve mantık kaldırılmış eğitim programlarından. Olaylar arasında uygun illiyet bağı aramayan, olaylara neden- sonuç ilişkisiyle yaklaşamayan insanlar güruhu yetiştirilmiş.

Bu coğrafyada adalet aklını yitirdiği için felsefe susmuştur, susmak zorunda kalmıştır. Bu coğrafyanın yetiştirdiği aydınlar, filozoflar; Farabi, İbni Sina, Gazali, İbn Haldun, vb. bin yıl önce Aristo ve Platonla tanışmış, onların fikirlerini özümsemiş o çağın devlet düzeni, toplumların yapısı, yönetim biçimleri konusunda özgün düşünceler ortaya koymuşlardır. Bu süreç bin beşyüzlü yıllarda kesilmiş ve akabinde Ortadoğu karanlığa gömülürken aydınlanma batıda uç vermiştir. Sonuçları ise ortadadır.

Bu ülkede, bilimi uygulamaya aktaracak ve ona teslim olacak yerde, yanlış uygulamayı bilimselleştirmeye çalışarak bilim teslim alınmıştır.

Hal böyle olunca da öğretmen, profesör, hakim, savcı, general olmuş, toplumun gözünde mesleğinden dolayı saygınlık kazanmış insanlar, basit bir vaizin peşinden gerek inanarak gerekse de çıkarı için sürüklenmişler.

Hayata nereden baktığınız önemlidir. Yani bakış açılarınız, paradigmalarınız size yön verir. Dışarısını baktığınız pencerenin ebatları içinde görürsünüz.

Referansınız dinya da tarikat olursa, gittikçe daralırönünüzdeki tüneller…

Referansınız islami, sünni, şii, alevi, nurculuk, Fetullah ya da Cübbeli Ahmet, vb. olursa ufkunuz daralır ve kıpırdayamaz hale gelirsiniz. Çevrenizde olup bitenleri, kendinizi ve yaşamı sorgulayamazsınız…

Özgürlük ve bağımsızlık karakteriniz olmaz. İpiniz sürekli başkalarının elindedir. Olaylara bilimsel merakla, metodik kuşkuyla yaklaşamaz, dünyada ve ülkenizde yaşananları irdeleyemezsiniz. Olaylar sizi sürükler bir sel gibi. Sonra da bir dere yatağına atar, ormandan koparılmış bir kütük gibi.

Paradigmanız hukukun üstünlüğü olmazsa, yürütme karşısında, sokağa karşı ve kendi inançları ve görüşleri karşısında da bağımsız olması gereken yargıçlar, olsa olsa emir kulu olurlar.

Vaizden gelen her istek ve talep sizin için bir emirdir. Gözünüzü kırpmadan uçağa atlayıp Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni bombalarsınız. Tankın namlusundan halka ateş açarken kılınız bile kıpırdamaz. En ufak bir acıma duygusu yaşamazsınız.

Etnik ve dini açıdan bakarsanız dünyaya; akşam sabah kendinize düşman yaratırsınız. Her geçen gün evhama kapılırsınız. Sizin sizden başka dostunuz yoktur. Ve kendinizi sokar, kendinize zarar verirsiniz.Hep geçmişinizle övünürsünüz.

İnsanları çağdaş bir eğitim sisteminde eğitip başarılı yapamazsanız, cahil ve ahmak bırakırsanız, çeşitli bireysel özellikler kazandıramazsanız, onlar da gider, milyonlarca insanla paylaştığı bir şeye, yanien ucuz gurur olan ulusal gurura sarılır.

Böylelikle kendini de bularak ait olma duygusunu yaşayarak haz duyar, kişisel tatmine ulaşır ve müteşekkir bir şekilde milletinin hatalarını ve aptallığını ya görmezden gelir ya da her şekilde savunur.

Ülkeyi yönetenlere sesleniyorum!

Biliyorum, Sayın Cumhurbaşkanının üniversite diplomasının, Adalet Bakanının hukuk diplomasının tartışıldığı bir ülkede dinlemeyecekseniz beni. Yine bildiğinizi okuyacaksınız.Ama bu ülkeyi ve insanını birazcık seviyorsanız kulak verin söylediklerime.

Laiklik, bu ülkede insanları bir arada tutan çimentodur, harçtır. Türkiye Cumhuriyeti, ne dine yaslanarak, hukuku buna göre kotararak teokrasi olmalı ne de dine egemen olup onu güdümlememelidir. Devlet, düşünce ve inançlar karşısında yansız olup çoğulcu bir sistemi benimsemelidir.

Bu toplum, hak ve adalet bilinciyle donatılmalıdır. Unutmayın, “kendime yapılmasını istemediğim şeyi başkasına yapmamalıyım” etik ilkesine aklı ve yüreğiyle inanmış insanlardan oluşmuş bir toplumda her şey bir saat gibi düzgün işler.

Yasama, yürütme ve yargının oluşturdu erkler ayrılığı vazgeçilmezdir. Özgürlüğün saltanatını sürdürmek istiyorsanız iktidarı bölün” demiş Saint-Just. Hukukun üstünlüğünü hakim kılın bu güzelim ülkede. Yasama yürütmeyi denetleyebilmeli, yargı ise yasama ve yürütmeden önde gelmeli, her ikisini de denetlemelidir.

Demokrasinin teminatı bunlardır. Başka güvence aramayın.

Kalkışma sonrası demokrasi nöbetine yatmış, şimdilerde iseak silahlanma provakasyonlarını tetikleyen yönetici ve kalabalıklara güvenmeyin. “Hiçbir şey, eyleme geçen örgütlü bilgisizlik (cehalet) kadar korkunç olamaz” demiş Goethe. Bilgisizlik ile güç ya da silah, aynı insanda buluşursa o kişi firavunlaşır” demiş Mevlana.

Atatürk, Cumhuriyetin kuruluşundan sekiz yıl sonra İstanbul’a gittiğinde yer yerinden oynuyordu. Bütün İstanbul ayaktaydı. Yanındaki kişi bu coşkuyu anımsattığında Atatürk bakın ne demiş:

Vahdettin de gelse aynı coşkuyu gösterirlerdi.Darbe başarılı olsaydı, Fetullah Ankara’ya indiğinde Esenboğa-Beştepe arası araç ve insan trafiğinden tıkanırdı.

Bunun nedenini, yani “Devle” kavramını sizler benden çok daha iyi bilirsiniz. Abbasi klanı, savaşta Emevileri yenerek iktidara geldiklerinde bu kavramı attılar ortaya:

'İktidarı ele geçiren ve elinde tutmayı başaran bireyler veya hanedanlar; Tanrı’nın lütfuna erişmiş, dolayısıyla ahlaki olarak desteklenmeye layık kişilerdir. Tanrı’nın lütfuna erişmiş olanlar, zalimce davransa bile onların yönetimine yine de katlanılmalıdır.'

Sıradan, bilinçsiz insanlar güce tapar, gücü elinde bulunduranların yanında saf tutar. Çünkü çıkarı o yöndedir. Çünkü yoksuldur, açtır. Temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayan insanların vatanı milleti düşünecek hali yoktur.

Sonsöz:Gidilen yol çıkmaz sokaktır. Açın sokağın önündeki barikatları! Ülkemin bütün sokakları, caddeleri ve bulvarları, hatta patikaları özgürlük ve demokrasiye çıksın.

Mahmut TEBERİK

24 Ekim 2016

Mahmut TEBERİK

25.10.2016 09:26:57

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.


VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI

GÜNÜ FOTOĞRAFI:

RESMİ AÇILIŞISI HİSARCIKLIOĞLU YAPTI

CHP’DEN 23 NİSAN KUTLAMASI