CORONA GÜNLERİ ve KAROŞİ
Manşet Haber 1.04.2020 22:22:34 0

CORONA GÜNLERİ ve KAROŞİ

CORONA GÜNLERİ ve KAROŞİ






Doğa
ağaçların hiçbir zaman dört mevsim meyve vermesine izin vermez. Çünkü ağaçların
da yenilebilir meyve verebilmesi için belli bir süre dinlenmesi, potansiyelini
yenilemesi ve yeniden meyve verir duruma gelmesi gerekir.





Karşılığında ne elde edilirse edilsin
çalışma, insanın kendini ve kendi bedenini cezalandıracağı bir yöntem ve
sisteme dönüşmemelidir. Çünkü insan için insan yaşamından daha değerli bir şey
yoktur, olmamalıdır da.





Japonya II. Dünya savaşındaki kayıplarını
bir an önce telafi etmek için, haftalık çalışma saatlerini 110’a kadar çıkardı
ve ilk kez 1970'lerde,  bir genç aşırı
çalışmaktan öldü. Ne yazık ki bundan ders alınmadı.Aynı gerekçeyle ölümler
artınca, Japonlar gönüllü olarak aşırı çalışmak anlamına gelen “karo” sözcüğünden ,”gönüllü olarak ölümüne çalışmak” anlamına gelen “karoşi” sözcüğüyle hastalığa isim ve tanı
koydular. Hastalığa yakalananlar arasında Japon imparatoru da vardı.





Bronnie Ware, İngiltere’nin güney doğusunda bir
kentte, palyatif bakım hemşiresi olarak 8 yıl çalıştı. Ölmek üzere olan
hastaların son birkaç haftasına refakat ederek, birçok insanın hayatının son
faslına hangi duygu ve düşüncelerin damgasını vurduğuna tanık oldu. Edindiği
tecrübeleri ve hastaları ile dertleşmelerinden çıkardığı sonuçları, The Top
Five Regrets of Dying (Ölmek Üzere Olanların En Büyük Beş Pişmanlığı) adlı bir
kitapta topladı.  Ware’a göre ölmek üzere
olan insanların en büyük beş pişmanlığı, sırasıyla şöyleydi:





            1. Keşke
kendi hayatımı yaşama cesaretini gösterebilseydim.





            2.
Keşke o kadar çok çalışmasaydım.





            3.
Keşke duygularımı açıklama cesareti gösterebilseydim.





            4.
Keşke arkadaşlarımla daha fazla görüşseydim.





            5.
Keşke daha mutlu olmama izin verseydim.





Başta, “Keşke o
kadar çok çalışmasaydım,”
pişmanlığı olmak üzere, bütün pişmanlıkların
temelinde yatan gerekçe, daha fazla üretmek, daha fazla kazanmak, ve daha rahat
bir yaşama sahip olmak uğruna, sevenlerini ihmal etmek, yaşam paydaşlarıyla
yeteri kadar ve anlamlı bir zaman geçirememek ve yaşamın zevk alınabilir sevgi
boyutuna yatırım yapamamakta yatmaktaydı.





Sahip olduğumuz şeylerin sayısı arttıkça, kaybetmekten korktuğumuz
şeylerin sayısı da artıyor ve biz hep aynı hatayı yapıp duruyoruz.Yaşamlarımıza
çok fazla odaklanıp sevdiklerimizle ilişkilerimizi yitiriyoruz. Ve mutluluğun
aslında bir seçim olduğunu ancak ölüm döşeğinde fark ediyoruz.Ne kadar dramatik
bir keşif değil mi?





ÖZELLİKLE ŞU CORONA GÜNLERİNDE… UNUTMAYALIM…





  • ZENGİNLİK, NE KADAR ÇOK ŞEYE
    SAHİP OLDUĞUMUZLA DEĞİL, NE KADAR AZ ŞEYE İHTİYAÇ DUYDUĞUMUZLA ÖLÇÜLÜR.




  • DOSTLARLA GEÇİRECEĞİMİZ KALİTELİ
    ZAMAN DA TEMEL İHTİYAÇLARIMIZDAN DEĞİL MİDİR?




NE OLUR…





  • BİRBİRİMİZİ DAHA ÇOK ARAYALIM,
    BİRBİRİMİZE DAHA ÇOK ZAMAN AYIRALIM.




  • KUSUR ARAYACAK YERDE, BİRBİRİMİZİ
    DAHA ÇOK SEVECEK SEBEPLER YARATALIM.


YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°