COVID 19 SÜRECINDE ‘’YASAK’’ KOYULAN YURTTAŞ; YA SONRA…
Manşet Haber 26.08.2021 16:23:52 0

COVID 19 SÜRECINDE ‘’YASAK’’ KOYULAN YURTTAŞ; YA SONRA…

COVID 19 SÜRECINDE ‘’YASAK’’ KOYULAN YURTTAŞ; YA SONRA…

Yaz sıcağında Adana sokaklarında olmak, işsiz kalmak, covid 19 korkusuyla yaşatılmak, doymamak, kısır çekişmelere tanık olmak, park ağaçlarının esintisini alamamak, toplu yerlerden kaçınmak, sınırdan geçişler yaşamak, faiz lobisine tutsak olmak, ‘’iktidarın’’ kurguladığı algıyla yaşamak/ yaşatılmak…
Can acıtmıyor, diyeni bilmiyorum!
Can/ kan akıtıyor yaşamın içine, bugünlerde çokça duyduğumuz ‘’pıhtı’’ atmak neyse öyle…
‘’Pıhtı atmak’’ nedir biliyor musunuz? Onlarca zorluklara karşı sessizliğini korumuş, günü geldiğinde ‘’sessizliği’’ dellenmeye başlayınca ‘’dondurmadığı/ ele geçirmediği’’ yanını bırakmamış insanın!
‘’Zamansız öten horozun’’ başına geleni bilmeyen var mı?
Zamanında ‘’sessiz’’ kalmamak/ zamanında ‘’acıdan’’ kıvrandığını göstermek/  zamanında ‘’insan olduğunu’’ ortaya koymak gerekiyormuş meğer!
Susmamak gerekiyormuş!
***
Canınızı acıtmayan ne görüyorsunuz çevrenizde?
Su satan çocuk bile ‘’sistemin’’ azgınlığından payına düşeni aldığı gibi, ‘’sistemin’’ acımasız yanını ‘’bir liralık’’ suda göstermeye çalışıyor sanki!
Köşeleri tutanların, ekonominin ‘’her’’ can çekişmesinde ‘’büyüyenlerin’’, sistemin ‘’bozuk’’ sürecini kazanca çevirenin, tozlu yolu bilmeyenlerin ‘’sistemin’’ çığırtkanlığı yapmalarına alıştık artık!
Siz hiç, kapalı salon toplantılarında, cilalanmış ayakkabılarıyla halı üzerinde yürüyenlerin ‘’sistemin/ iktidarın’’ yanlışlarını dile getirdiklerini duydunuz mu?
Yurttaş sıkıntı içerisinde kıvranırken/ acılanırken/ gündüzleri kararırken ‘’iktidarın’’ aldığı her kararı sormadan/ sorgulamadan sevinçle/ kıvançla karşıladıklarına çok tanık oldum ben!
Sokaklar işsiz dolu, gençler ‘’umut’’ olgusundan uzaklaşmış, salon toplantılarında ‘’iktidara’’ alkış…
***
Ekonomik çıkmazlardan kurtulmanın yolunun ‘’üretimden’’ geçtiğini yinelemeyen ekonomist olmamasına karşın, bataklığa saplanmanın ‘’nedeni’’ olarak; üreticinin/ üretim alanlarının/ üretim girdilerinin/ üretimdeki yenileşmelerin gözden geçirilmesi gerektiği üzerinde durulmaması…
Üreticinin, ‘’üretmek’’ için kullandığı tarımsal girdilerden gübre/ ilaç/ tohumda salt geçtiğimiz yıldan bu yana olan ‘’büyüklüğü’’ anlatan/ anlatmasını bilen/ haklı gerekçe bulacak olan biri olmalı!
Bir yılda ikiye katlanmayan hiç bir girdi yokken, ürün üzerinde yapılan yüzde ‘’onluk/ onbeşlik’’ artışın anlamı ‘’ ekme, üretme’’ demekten başka ne anlama gelebilir!
Şunu içten biçimde söyleyelim; bu ülkenin ekonomisinin, umudunun, geleceğinin iyileşmesi isteniyor mu, istenmiyor mu?
‘İsteniyor denip;
‘’Yok edecek’’ kararlar alınırsa/ alınan kararların üreticiyi ‘’silecek’’ eylemler olduğu görülmesine karşın önlem alınmaması sürdürülecek olursa, bu toprakların varsıllığı olan ürünler dış alımla sağlanmaya daha da hız verilirse…
Üreticinin ayağına taş düşmekle kalmayacak, tüketicinin alım gücünün zayıfladığına/ fiyatların kabardığına/ ülke ekonomisinin çıkmaza girdiğine tanık olacağız; şaka değil!
***
Bu yurdun insanı ‘’tembel’’ değil; ‘’sistemin’’ doymazlığı/ kibri/ benim olsuncu anlayışı nedeniyle ‘’iş’’ yapamaz duruma getirildi!
Öyle ki, akıllara gelmeyecek yollarla artırılan ‘’vergiler’’ karşısında; avazı çıktığınca bağıran/ karşı koyan/ koyabilen kim var ki?
Yarım yüzyılı geride bırakanlar ‘’ şekere, yağa, akaryakıta’’ her zam geldiğinde sokakları zorlardı!
Milenyumla birlikte başlayan ‘’Özel Tüketim Vergisi’yle’’ yurttaşın alım gücü üzerine getirilen ‘’yük’’, yaşama/ ekonomiye ne kattı göremiyoruz!
Toplanan vergilerin ‘’nerelerde’’ kullanıldığı bile belirsizliklerle dolu, milenyumdan bu yana bakıldığında…
Bazı hesaplar da var…
Son yirmi yılda, ‘’iktidarın’’ inatla yinelediği işkembeden söylenen ‘’ şaha kalkıyoruz’’ yalanı şunu gösteriyor; bir trilyon dolardan fazla lobilere faiz ödemişiz!
Toplanan Özel Tüketim Vergileri, öderken ‘’sesi’’ çıkmayan yurttaş, ülkeyi ‘’lobilerin’’ eline bırakan ‘’iktidar’’…
Bunlar ‘’azımsanacak’’ olgular değil!
***
Salt Adana sokaklarında değil, yurdun dörtbir yanından gelen ‘’aynı’’ ölçekteki sesler kaygıların boyutunu gösteriyor!
Geçtiğimiz ay, orman yangınları öncesinde, Konya Ovası’nın verimli topraklarında ‘’bir karışı’’ aşmayan hasada gelmiş buğday başaklarını gördüğümde ‘’ doğa ancak bu denli bozulabilir’’ tümcesi geçmişti aklımdan!
Bu toprakları, bu iklimi, bu havayı seven bir halk yapımız olduğu unutuluyor zaman zaman…
Bu toprakları tanımayan, ülkelerini bu ülkenin yurttaşları kadar sevmeyen, eşlerini/ çocuklarını ülkelerinde bırakacak denli ödlek/ işbirlikçi ‘’sığınmacı kaçaklarına ‘’kol/ kanat’’ olmaya çalışan ‘’iktidarın’’;
Bu yurdun emekçilerini, işçilerini, yurttaşlarını, gençlerini, işsizlerini, üreticilerini ‘’görmesinin zamanı’’ demiyorum; bu yurdun insanının yaşadıklarını görmeli/ bilmeli…
Covid 19 sürecinde ‘’yasak’’ koyulan yurttaşın, başka alanlarda ne yaptığı da düşünülmeli…

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

31° / 16.7°