CUMHURİYET 97 YIL SONRA BİLİM VE EĞİTİMDE NE DURUMDA?
Manşet Haber 29.10.2020 14:21:51 0

CUMHURİYET 97 YIL SONRA BİLİM VE EĞİTİMDE NE DURUMDA?

CUMHURİYET 97 YIL SONRA BİLİM VE EĞİTİMDE NE DURUMDA?

Cumhuriyet Hangi Şartlar Sonrası Kuruldu?

Üç kıtaya yayılmış Osmanlı imparatorluğunun yıkıldığı ve dünya haritasının yeniden çizildiği bir dönemde modern cumhuriyeti kurmak, yurttaşlık bilincini geliştirerek “yurtta barış, dünyada barış” ilkesini savunmak, uzun süre kendisinden savaş teknikleri bakımından ileriden olanlarla savaştığı ve başarılı olduğu batı dünyasının medeni değerlerini benimseyerek çağdaş değerler doğrultusunda, eğitim sistemini şekillendirmek büyük bir liderliğin ve dehanın başarısı olsa gerek. Savaşı kazanan lider, kendisine önerilen padişah olma veya “egemenlik kayıtsız şartsız sizin olacaktır” önerilerini ret etmiş ve bunun yerine “egemenliğin kayıtsız şartsız halka ait” olduğu, Cumhuriyet fikrini benimsemişti. Atatürk çoklu zekâsı ve soyut düşünme becerileri sayesinde toplumu 21. yüzyıla hazırlamaya çalışmıştır. Bunun için aklın özgürlüğünü benimsemiş, yurttaşlar ülkesi olmayı önemsemiştir. En büyük emanetim dediği, Cumhuriyeti emanet ettiği gençlik için bilim ve akıldan şaşmamalarını önermiştir.


Cumhuriyetin Temel Amacı ve Hedefi Neydi?

Ne pahasına olursa olsun bilim Anadolu’ya yayılacak bilim ve fenden başka bir yol gösterimin olamadığını belirtecektir. Asrın üretme ve bilim asrı olduğunu öngörerek daha hızlı ve çok çalışmak gerektiğini “Nutuk”ta işlemiştir. Kadınların da müspet bilimin her aşamasında yer almasını işlemiştir. Kadın erkek ayrımı göstermeden herkesin eşit koşullarda demokratik yönetme ve hayata katkıda bulunmayı hedeflemektedir. Batının Rönesans hareketi ile özgürlüğü hedeflerken Ortaçağ karanlığını ortadan kaldırmayı önerir. Çocuklar özgürce konuşmaya, düşüncelerini duygularını olduğu gibi açıklamaya yönlendirilmelidir’. “Fikri hür, irfanı hür nesiler” yetiştirmek için bütünlüklü eğitim seferberliği başlatmıştır. Benim karakterim özgürlüktür diyen Atatürk, “özgür olmayan toplumlar gelişemez. Özgürlüğü olamayan bireyler gelişemez ve muvaffakta olamazlar, anlayışındadır.


Neden Eğitim Öncelik Alındı?

Cumhuriyet kurulduğunda nüfusu %95’ine yakını okuma yazma bilmeyen, ağırlıklı olarak tarımla uğraşan bir köylü toplumuydu. Tarımsal üretime dayalı ekonomisi ve alt yapısı organik girdi ve köylünün iş gücüne dayalı toplumun uygarlaşma yolunda ilerlemesi anacak kırsalı da içine alan eğitimden geçtiği gerçeği ile genç cumhuriyetin rehberi eğitim olacaktır. Eğitimli insan gücü ve bununla çağı yakalama ile olacaktır. Batı değer yargılarını iyi bilen Mustafa Kemal, o gününde de gelişmişlik referans düzleminde önde olan ülkelerin dünyanın diğer devletlerine karşı kazandıkları üstünlüğünün bilim ve eğitimden kaynaklandığını görmüş, ülkenin en önemli gündemini eğitime ayırmıştır. Hızla bir eğitim seferberliği başlatmış ve kısa sürede okuma yazma seferberliği başlatılmıştır. Kırsalın eğitimine önem verilmiş ve köy okulları açılmış, okuma yazmanın kolaylaştırılması için 1928 de Latin alfabesine geçişi sağlamış, bizzat-i kendisi sınıflara gideren başöğretmenlik yapmış, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu, Dil-Tarih Coğrafya Fakültesi gibi temel kültür kurumlarını kurmuştur.

Sakarya’da eğitim kongresi düzenlenmesi ile savaş öncesi gelecek çizilmiş. Eğitimi kalkınmasını gerçekleştirmeyen ülkeler esarete mahkûmdur. Çağın eğitim çağı olduğunu bildiği için “eğitim-teknik ve sanayileşme bütünlüğü” esastır der. Aile eğitimini önemini kavradığı için “aile fikirle donatılmalı” der. Bilgi süs olmaktan kurtulmalı, kullanılabilenler öğretilmelidir. Okullar ekonomiyi kalkındıracak biçimde geliştirilmeli ve eğitim uygulamalı olmalıdır. Öğretmelerin çağın geresinde kalmamak için “en son bilimsel bulguları öğrencilere götürün” der.


Yüksek Öğretime Verilen Önem ve Temel Sosyal ve Fen Bilimlerin Kavranması

Yükseköğretimin gelişmesine büyük önem verilmiş, bir taraftan başarılı gençler dünyanın en iyi üniversitelerine yüksek eğitim için gönderirken, diğer taraftan baskıdan kaçan başarılı bilim insanları ülkesine getirterek bilime katkıda bulunmuştur. 1933 yılında Atatürk İstanbul Üniversitesinde üniversite reformunun geçekleşmesini sağlar. Reichenbach gibi önemli filozof ve bilim kişilerini ülkeye davet eder. Hasan Ali Yücel’le hem Köy Enstitüleri kurulur hem de üniversite reformları ilerletilir, üniversite özerkliği garanti altına alınır. Üniversitelerin özerkliği, eğitim ve araştırmanın niteliği konuları bugün yıpratılmış durumda.


Çağı Yakalayabildik Mi?

Peki, 21. yüzyılın başlangıcında iletişim çağının akılları durgunluk veren baş döndürücü hızla ilerleyen iletişim teknolojileri çağında, bilgisayar, biyoteknoloji, nanoteknoloji, endüstri 4.0, 5.0, yapay zekâ, insan ve diğer canlıların genlerinin haritalarının çıkarılması gibi alanlardaki gelişmeler geometrik olarak diğer bilim alanlardaki gelişmelere katkıda bulunmaktadır. 1930’lı yılların başında bugün ki birçok kamu kurluğu ve yapılanma tamamlanmış, Osmanlıdan kalan borçlar önemli ölçüde ödenmiş, buğday üretimi kendi kendine yeter hale gelmiş, ülke demiryolları ağı ile örülmeye, eğitim kurumları rayına oturulmaya ve sanayileşme süreci başlatılmıştı. Ancak 1920’li yıların o zorlu dönem kısa sürede başarı ile atlatıldı ve her yönüyle bir restorasyona tabi tutulan ve kurumsallaşan Cumhuriyetimiz ile bugün dünyada söz sahibi olmamız gerekirdi. Uzun zamandır çağın gerisinde kalmamak için beşeri insan kaynağına yatırım yapılmasını, özelikle de temel bilimlerde ve gıda güvencesi konusunda onlarca makale yazdık. Maalesef bugün temel bilimlerde arzu ettiğimiz yerin gerisinde oluğumuz için teknoloji üretiminde orta sınıftan ileri düzeyde teknolojiye geçememekteyiz.

Ülkemizin ciddi bir eğitim ve bilim politikası ve amacı tam olarak çizilememiş ve izlenme de yapılamamaktadır. Başta ilk ve ortaöğretim kurumlarımızın PISA başarısı, üniversitelerimin dünyada ilk 100 ve 500 sıralamasında bir üniversitemin olmaması hepimizi üzmektedir. Ülkenin ve insanımızın gündeminde maalesef bilimin sıralaması çok çok gerilere düşmektedir.

Cumhuriyet bir bakıma çağın gereği olarak yurttaş bilincinin geliştirilmesi, yurttaşların kendi aralarında oluşturdukları toplumsal sözleşmeler (anayasalar) ile kendilerini yönetmeleridir. Cumhuriyet aynı zamanda akılcı olmak, çağın değişimlerini doğru yönde okumak ve ileriye doğru muasır medeniyeler seviyesine ulaşma yolunda çabalamak demektir.


Soğuk Savaş Değil Yanlış Yönetimler Sorumlu

Cumhuriyeti kuran dönemin genç beyinlerinin çağdaşlaşma hedefleri ve gerçekleştirdikleri ile soğuk savaş döneminden sonra ülkemizin önüne konulan modellerin sebep-sonuç ilişkisi sonucu gelinen noktada büyük bir çelişki görülmektedir. Ülkemizin 1930’lı yılların başında kurumsallaşmasını tamamlayan, eğitim ve gelişme amacını ve hedefini belirlemiş, modern üniversite programını kuran yapısını maalesef 97 yıl sonra bugün o arzulanan/istenilen büyük hedeflere erişemediği görülüyor.

Zaman zaman soğuk savaş sorumlu tutulmakla birlikte hem Batı hem Sovyetler hem de Japonya ve Asya Pasifik soğuk savaş döneminde gelişmişlerdir. Ülkemiz ile kıyaslanırsa Güney Kore ciddi bir başarı örneği gösterilebilir. Küba bile zor şartlar altında bilimsel çalışmalarını yapmıştır, sağlıkta Dünyaya örnek olmaktadır. Ne yazık özelliklede ikinci dünya savaşından sonra Türkiye’nin kalkınması bilim ve sosyal politikalarda yanlışları olmuştur. Cumhuriyet kuruluş evresindeki düşük nüfus yoğunluğu, zayıf ekonomi ve yetersiz eğitim düzeyine rağmen çok daha başarılı sonuçlar yaratmışken, günümüzde halen sanayileşememiş olmamız, gelişme yönünde beklenenin gerisinde kalmış olmamız soğuk savaş kadar diğer başka unsurların etkilerini de düşünmek ve tartışmak gerekir.

Cumhuriyetin o dönemdeki gücü çağı yakalama kararlılığıydı. Bugün de aynı kararlılık çok önemlidir. Çağdaşlaşmanın doğru eğitim ve yetişmiş insan gücüne dayandığı açıkça bilmektedir. Atatürk de “Efendiler! Medeniyet yolunda muvaffakiyet yenileşmeye bağlıdır” der. Nihayetinde yurttaş bilinci ile aklın gerekleri ile eğitilerek gelişmesi beklenen özgür yurttaşlar ülkesinde bugün çoğu kurumumuz başta bilim kuruluşlarımız akla, bilime ve aydınlanma yolundan yenileşme yerine otoriteye daha çok bağlılık durumuna geldiği sıkça eleştiri konusu yapılmaktadır.


Kuruluşundan 97 yıl sonra kendimiz çağın eğitim, bilim ve teknolojisi konularında ve diğer gelişmişlik göstergeleri konusunda yenileyebildik mi? Cumhuriyetin misyonu ve gelecek hakkındaki beklentileri gerçekleşti mi? 80 yıl, 97 yıl sonra halen aynı soru soruluyorsa demek ki kendimizi yenileyemedik.

Önemli olan bundan sonra bir kez daha ciddi bir analiz yapıp çağın ilerisine geçmek için ne yapabiliriz yeniden düşünmek ve konuşmak gerekir. Dünyadaki gelişmenin motoru olan eğitim-bilim-sanat-teknoloji alanında çağdan kopmamak için yine dünyanın bilinen en önemli tecrübesi olan özerk kurum ve özgür bireler ortamında insanımızı kısa sürede muasır medeniler yolunda ilerlemeyi başaracağına inanıyorum.

Hepimizin Cumhuriyet bayramı kutlu olsun.



Not bu yazı 2003 yılında Cumhuriyetin 80’ yılı için tarafımdan günlük olarak yazılmış. Ancak paylaşılmamış. Günlük olarak yazdığımı yeniden tesadüfen görünce günün önemine uygun olarak revize ederek “dünden bu güne ne değişti” konuları zihnimde yenden canlandı.


Prof. Dr. İbrahim Ortaş

Çukurova Üniversitesi, iortas@cu.edu.tr


29 Ekim 2020

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°